Ana içeriğe atla

MOSTAR’A YEŞİL YEŞİL

 

Bosna nasıllığını bilmediğim bir ülkeydi. Tabii ki de önceden baktım, nerede ne var diye. Gezi yazılarında günün modası ile yeme içme, nasıl gidilir, nasıl eğlenilir öğrendim kolaylaştırıcı sitelerden.

Bosna yaklaşık 30 yıl önce yaşadığı savaşın izlerini hala üstünden atamamış bir ülke. Şehrin merkezini çevreleyen eteklerde beyaz renklerde mezarlıklar ve mezar taşlarında 1993, 1994, 1995 ölüm tarihleri. Yanlarında ise kahramanları Aliya Izzetbegoviç. İnsanların yüzlerindeki derin acıyı görmenin yanında binalarda kurşun izleri.

 Saraybosna’da Latin köprüsü. Tarihle anılmış bir köprü. Köprüyü geçtiğinizde hemen sokağın köşesinde kaldırım üzerinde 1914 yazısı. 1914 yılında Saraybosna’ya ziyarete gelen Avusturya veliahtı ve eşinin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle başlayan Birinci Dünya Savaşının tanığı bu Latin Köprüsü. Yani savaşın başladığı yer.  Latin Köprüsü bir köprüden çok daha fazlası. Köprünün üzerinde bazı kilitlere rastladık. Önce anlam veremediğim bu kilitlerin sonradan aşıkların sevgilerini ebedileştirmek için astıklarını öğrendim. Savaşla ve aşkla anılan bu köprüden savaşı lanetleyerek ayrıldım. İnsanoğlu bilgisiyle, becerisiyle ve de sevgisiyle hükmetmesi gerekirken ne yazık ki şiddet yolunu seçmiş hep. İnsanlığın acı tarihi böyle der.

                                                                Latin Köprüsü

Birinci Dünya Savaşının fitilinin atıldığı Saraybosna’da ülkenin II. Dünya Savaşındaki kayıplarını anmak adına sürekli yanan bir ateşe rastladık. Ateşin 1946’dan beri yandığı, sadece Saraybosna kuşatması sırasında sönmüş olduğunu öğrendik. Bizim de temennimiz savaşla ateşin özdeşlemesinin uygunluğunun yanında savaşların bir daha olmaması yönünde.

Osmanlı’ya birçok vezir ve bürokrat yetiştiren Bosna’nın başkenti Saraybosna’nın Başçarşı olarak tanımlanan kısmında dolaşırken isimlerin aşinalığı ve meraklıların Türkiye’den ve İslam ülkelerinden olması dikkatimi çekti. Başçarşıda Osmanlıdan kalma cami, bezestan, medrese, han görmek mümkün. Bunların isimleri de Gazi Hüsrev Bey Cami gibi Türkçe isimlerle anılıyor. Başçarşı sokaklarının kalabalık atmosferini Başçarşı Caminin avlusunda görmek mümkün. Ezan sesini ilk kez duyduğum bir Avrupa şehrinde çan seslerinin de olması kültürel bir zenginlik. Osmanlıdan kalma eserlerin ziyaretinin sağlanması ve buradaki mekanların işletilmesi vakıflar kanalıyla yapılıyormuş. Ancak bu vakıfların Osmanlı vakfiye mantığı ile mi yoksa günümüzde bazı grupların yayılmacı/çıkar temelli amaçları için kurulmuş vakıflar mı olduğu konusunda kısa da olsa araştırmalarıma rağmen bir sonuca ulaşmadım.

Şehirlerin kalpleri meydanlarıdır. Meydanlar buluşma yeri, şehrin hafızası ve simgesidir. Bana da Saraybosna’nın simgesi nedir diye sorarsanız zarafetin timsali olarak tanımlayabileceğim ahşap sebil derim. Sebilin soğuk suyu yüzyıllarca şehre gelenlerin susuzluğuna derman gibi. Sebilin yanı başındaki masalarda Güneş ve evlatlarla geçirdiğimiz o hoş anlarda zihnimi meşgul eden ise sebilin soğuk suyunun yanında barış timsali güvercinler. Bir de başka yerlerde de benzer ifadeleri duyduğum “Her kim ki bu sebilden bir yudum içer bir gün Saraybosna’ya mutlaka geri döner.”  Cümlesi burası için de söyleniyor.  Biz de içtik hatta birkaç kez, belki de bir daha, bilemem.

 Burada en çok dikkatimi çeken ve hoşlanarak dolaştığım yer ise tencere, kazan, tepsi, tava, cezve gibi bakır eşyalar yapan ustaların olduğu küçük ancak oldukça renkli kazancılar çarşısı. Emek, sanat, tarih ve bellekten müteşekkil bir görsel alan olarak tanımladım çarşıyı.

Bir de yemekleri. Meşhur Bosna böreği de güzel ancak benim en çok hoşuma giden kıyma ve baharatların birleşimiyle hazırlanan, küçük köftelerden oluşan Cevapi.   Cevapi, pide içinde ve doğranmış soğan ile servis ediliyor.  Etin yumuşaklığı ve baharatların aroması damağımızda unutulmaz bir tat bıraktı.

                                                   Mostar Köprüsü 

Bosna’da en çok merak edilen yer tarihi Mostar Köprüsü. Neretva nehri üzerinde bulunan bu köprü Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş ve 1993'te Boşnak-Hırvat Savaşı sırasında Hırvat güçleri tarafından yıkılmış. Sonra tekrar orijinaline uygun inşa edilmiş. Köprüler medeniyetin aktarımını sağlayan ve uzakları yakın eden birleşim yerleridir. Bana göre hep korunması gerekir, hatta yenileri inşa edilmeli, barış ve birbirimizi tanımak için. Köprünün üstünde, yanında, yöresinde yüzlerce meraklı göz. Ve de nehirde ve köprüde heyecan yapanlar.

Saraybosna- Mostar güzergâhında doğa harikası manzaralar eşliğinde keyifli bir yolculuk. Yanımda Güneş, karşımda evlatlar. Yol ise yeşil, yeşil.

 

Prof. Dr. Sadık Kartal

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi

E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com

Blog; http://sadikartal.blogspot.com/

Web; https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...