Ana içeriğe atla

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

 

Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu kār alanı/sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.  Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım olduğu söylenebilir.

 Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar, kalite, liderlik, dijital dönüşüm, veriye dayalı yönetim, itibar, görünürlük, girişimcilik ve yenilikçilik ilkeleri ile üniversitenin dönüşümlerinin sağlanarak birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi dileyen ve şartları yerine getiren öğrencilerin 3 yılda mezun olabileceklerini söyledi. Ancak burada dikkati çeken derslerin azaltılması değil, bazı derslerin yaz okulunda alınması ile sürenin azaltılmasıdır.

Yaz okulu uygulamasının kısa süreli olması, personelin doğal olarak yıllık izinlerini kullanmaları dolayısı ile okulun arada olması nedeniyle ister istemez kalitenin düştüğü mevcut ve geçmiş uygulamalardan hareketle bilinen bir durumdur. Bunun yerine doğrudan uygun programların dönem esas alınarak sürenin kısaltılması daha uygun olacaktır.

 Dört yıllık mezuniyet için gerekli 240 Avrupa Kredi Transfer  Sistemi (AKTS)’nin fazla olduğunu belirten YÖK Başkanı, Avrupa ülkelerinde öğrencilerin 180 AKTS ile mezun olabildiklerini söylemiş. AKTS uygulaması Avrupa’ya uyum için getirilen, öğrenciyi ders çeşitliliğine boğan, kredi doldurulacak diye herhangi bir dersin bir bölümünün başka bir ders haline getirildiği, öğretimde esneklik ve çevreye uyarlanabilirliği bir tarafa iten standartlaşmayı getiren bir uygulamadır. Güya öğrencilerimiz Avrupa standartlarında eğitim görüp Avrupa’da iş güç sahibi olabileceklerdi. Türkiye’de yapılan işlere meşruiyet sağlamak için ne yazık ki sürekli Avrupa refere edilir. Ancak eğitimin kültürel yönünün başat olmasının yanında, Türkiye, eğitim alanında zengin bir birikim ve deneyime sahiptir. Önemli olan kendi potansiyelimizi kullanabilmektir.

Türkiye’de dolaşımda olan ancak içi tam olarak doldurulmayan ve sürekli hedef olarak gösterilen kavramlardan birisi uluslararası standartlar söylemidir. Ancak asıl olan her daim ulusal taleplerdir. Ülke dinamikleri dikkate alınarak düzenleme yapılması en uygunudur. 1990 yılına kadar sınıf öğretmenliği için 2 yıllık bir programla öğrenci mezun olabiliyordu. Belirtilen tarihten sonra uluslararası standartlar ve çağdaş gelişmelerin gereği denilerek 2 yıllık süre dörde uzatıldı. Dersler ve içerikler korundu ve dersler sekiz döneme serpiştirildi. Çünkü, haklı olarak eklenecek bir şey yoktu. Boş yere hem öğretmen adayının zamanı hem de ülke kaynaklarının israfına neden olundu. Çoğu lisans programı rahatlıkla 2 veya 3 yılda verilebilir.  

  İş hayatı, firma gereksinimi, iş deneyimi, girişimcilik gibi sermayenin kullandığı kavramların yükseköğretimin tüm programları için kullanıldığı hatta eğitim fakültelerine bile girişimcilik dersinin zorunlu hale getirildiği bir anlayışın yerleşiklik kazandığı görülüyor. Yani her program için iş yeri ile uyum kavramı kullanılmaya başlandı. Halbuki lisans programının özelliğine göre staj, proje, araştırma, inceleme vs. gibi farklı uygulamalar mevcut.

 Erol Özvar’ın dikkat çektiği konulardan birisi de kontenjanların fazlalığı. Bu noktaya gelinmesinde YÖK sorumlu olsa da kontenjanlara ayar vermek gerek. Her yere üniversite açılması politikası sonucunda kontenjanlar arttırıldı.  Bu yanlışın yanında vakıf mantığına uymayan ancak adlarında vakıf kelimesi geçen ve özel okul anlayışı ile çalışan vakıf üniversitelerinde para kazanma uğruna kontenjanlar şişirilmektedir.  Yükseköğretimdeki sayısal çoğunluğun bir sebebi de tüm üniversitelerde her bölümün var olmasının yanında açık öğretimin oldukça açık yani yaygın olmasıdır. Sayılan etmenler yükseköğretime yönelimi arttırsa da bu artışta bir düşüşün olduğu görülmektedir.  Bu durumun toplumsal çıktısı ise işsizliği ileri yaşa ötelemesidir.

 Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, zorunlu eğitimin kısaltılmasının nedenini toplumsal beklentiler ile bilgiye erişimin kolaylaşmasına dayandırıyor. Toplumsal beklentiden ne kastettiği anlaşılmıyor ancak bilgiye erişimin kolaylaşması tespiti oldukça yerinde. Onun için zorunlu eğitim kısaltılmalıdır. Ancak biraz geçmişe bakmak gerek. 1973 yılında 1739 sayılı yasa ile sekiz yıllık zorunlu eğitim getirildi, ancak hayata geçirilmesi 1997’dir.  2012’de zorunlu eğitim süresi 12 yıla çıkarıldı. 1982’de tüm yükseköğretim kurumları tek çatı altında birleştirildi. Bunların hepsi bir ideolojiye dayalıydı. İdeolojiden uzak, ortak akıl, ülke dinamikleri ve bilimsel veriler dikkate alınarak yeni düzenlemeler yapılması temennimizdir.  

İlk ve ortaöğretim zorunlu olmasına rağmen yüzde yüzlük bir oran yakalanmış değil. Yüzde 10-15’lik kesim okul dışında. Yükseköğretimde ise çağ nüfusunun yaklaşık yarısı okulda. O halde kişiyi okula göndermek için zorlamamak gerek.

 Yeni düzenlemelerde önerilerimiz ise şöyle;

-          Yükseköğretim kurumları özerk hale getirilerek merkezi çatının kaldırılması, üniversitenin kendi öğrencisini kendisinin seçmesi, ancak ülke ihtiyaçlarının dikkate alınması  

-          Toplumun iş gücü ihtiyacı için mesleki ortaöğretimin güçlendirilmesi. Böyle bir yapılanma üniversite önündeki yığılmayı azaltacağı gibi 18-20 yaşlarındaki gençler iş hayatına girmiş olacaktır.

-          Zorunlu eğitim ilkokul kademesi ile sınırlı hale getirilmeli, diğer eğitim kademleri isteğe bağlı olmalıdır.

 

Prof. Dr. Sadık Kartal

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi

E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com

Blog; http://sadikartal.blogspot.com/

Web; https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/

 

Yorumlar

  1. Güzel tespitler. Ancak öneriler eleştirilere yeterli çözüm sağlamamaktadır.

    YanıtlaSil
  2. Görüşleriniz ve önerileriniz çok kıymetli. İnşallah dikkate alırlar. Makü de yüksek lisans yaptığım zaman zorunlu eğitimin okul öncesini kapsayacak şekilde 1+5+3 veya 1+4+4 şeklinde Bakanlığa Cimer yoluyla öneride bulunmuştum. Bakanlık lise eğitimini zorunlu olmaktan çıkarmalı. Açık öğretime giden öğrenci sayısı 1 milyondan fazla olduğu yerde zorunluluktan bahsedilemez. Meslek dallarının ortaokullarının yeniden getirilmesi çok iyi oldu. Öğrencinin uyumu ve motivasyonu için önemli bir gelişme olarak görüyorum. Yüksek öğretim de bazı programlar 3 yılda bitirilebilmeli. Üniversitelerin hepsinde aynı programlar olmamalı, bölgesel olarak uzmanlık alanları belirlenerek faaliyet gösterebilmeliler. Her zaman olduğu gibi değerli görüşleriniz bize farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. " Yükseköğretim kurumları özerk hale getirilerek merkezi çatının kaldırılması, üniversitenin kendi öğrencisini kendisinin seçmesi, ancak ülke ihtiyaçlarının dikkate alınması " Merkezi sınavlara bile hile yapıldığı kuşkusu duyanların olduğu bir toplumda her üniversite kendi sınavını yapacak ve şaibe olmayacak mı

    YanıtlaSil
  4. Üniversitelerin her biri bir cemaat ve grupların elinde oyuncak olabilir mi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...