Ana içeriğe atla

Hemşehrim Pisagor, Ben ve Samos

 

Bu yazı 19 Tem 2011 tarihinde  www.izedebiyat.com sitesinde yayımlanmıştır. 

Yeni bir seyahate çıkacağım zaman başka diyarların renklerini merak etmemin yanında uhrevi bir yalnızlık da sarar içimi. Çocukluğumda karşı köye tüp değiştirmeye, çay şeker almaya gittiğimde farklı bir atmosferin verdiği ötekilik duygusu belki de hâlâ yaşadığım yeni mekânlardaki yalnızlık duygusuna sebebiyet. Ondandır ki psikologların “çocukluğuna inmek gerek” ifadelerine kuvvetlice inanırım. İşte bu duygular içindeydim Yunanistan’ın Samos Adası’nda düzenlenen 7th International Conference on Education adlı konferansa gitmeden önce. Google aracılığıyla Samos ile ilgili yaptığım ufak bir araştırmada adayla ilgili bilgiler dışında tanıdık hem de çok tanıdık bir isimle karşılaştım. İlkokullu yıllarımızdan beri matematik ders kitaplarında yer alan Pisagor (Pythagoras)’ du gördüğüm. Evet, Pisagor Samos’ta yaşamıştı. Hafızamı zorladım “bir dik üçgenin dik kenarlarının karesin toplamı hipotenüsün karesine eşittir” şeklindeki Pisagor teoremi olarak bilinen ifadeyi bir çırpıda söyleyiverdim. Ama bu yakınlığa rağmen hiç de Pisagor’un memleketini merak etmişliğim olmamıştı. Belki de bilim evrenseldir ilkesinden hareketle bilim insanlarının da memleketlerinin tüm dünya olduğu veya herkesin hemşehrisi oldukları şeklindeki bilinçaltı duygusuydu böyle düşünmemin. Samos’la ve Pisagor ile ilgili öğrendiğim kelimeleri cebime koyarak uhrevi yalnızlığımı ve ötekilik duygusunu bir kenara bırakmaya çalışarak yeni renklerle karşılaşmak üzere yola koyuldum.

Kongre programı bildik ama derinlikli konulardan oluşuyordu. Profesör Krebs’in kadın erkek cinsiyet farklılığının eğitimdeki etkilerini dile getirdiği açılış konuşmasında; bebeklik döneminden itibaren gelişim hızları, problem çözme becerileri, başarı alanları, sosyal davranış sergileme ve oynanan oyunlar açısından iki cinsiyet arasındaki farklılığa dikkat çekti. Görüşlerini bilimsel araştırmalarla destekleyen Krebs’in en önemli önerisi de cinsiyete özgü öğretim programlarının oluşturulması idi. Kadın erkek eşitliği, kadına yönelik pozitif ayrımcılık şeklindeki söylemlerle iki cinsin rollerini birbirine karıştıran, bu belirgin farklılıkları törpülemeye çalışarak karmaşaya neden olanların kadın ağırlıklı o salonda olmalarını çok isterdim.
Profesör Krebs’in bir başka dikkat çektiği konu da disiplinler arası araştırmalardı. Özellikle Türkiye’de eğitim bilimleri alt alanlarındaki belirgin ayrışma, alanın gelişmesi açısından önemli olmasının yanında ayrışmanın derinleşmesindeki tehlikeyi de not düştüm önümdeki seyyah defterine.
Kongre programı dışında Samos ile ilgili daha önce edindiğim bilgilerden hareketle Pisagor’ un yaşadığı Pythagorion’a giderek dik üçgenli Pisagor heykeli ile birlikte resim çektirdim. Heykelin hemen yanında yer alan Avrupa Birliği bayrağı altındaki mermer sütunda “Avrupa nın birliği ve barış için” yazısı Asya, Avrupa ve Afrika’ nın orta noktasında yer aldığı söylenen Samos’da manidar bir ifadeydi. Kendimi üç kıtanın tam orta noktasında bulmuşken gelişmiş ülkelerin zenginliklerinin sömürülenlere bağlı olduğunu, bu ülkelerdeki savaş malzemelerinin zenginleri daha da zenginleştirdiğini, ezilen toplumlar, adaletsizlikler, eşitsizliklerin varlığı şeklindeki “anarşist” düşüncelerimi tüm dünyaya haykırdım.
Pisagor’un karşısındaki lokantada iri kıyılmış soğanla yediğim kebabın tadı hala damağımda. İşletme sahibinin hal ve hareketleri ile çalınan müzik hiç de yabancısı olmadığımız türdendi. Hediyelik eşya satan dükkândaki Madam’ın aldıklarımızdan epeyce indirim yapması, verdiği ekstra hediyeler, Türk kanallarındaki dizilerin tek tek ismini söylemesi, sempatisi ve ilgisi bizi epeyce duygulandırdı. Ertesi gün uğradığımız lokantadaki garson kız sevgili Nika yediğimiz yemeğin yanında ekstra ikramda bulundu, aynı karede yer almak için fotoğraf çektirdi bir de kırmızı bir gül verdi tüm sevecenliği ile. Bir müşteri olarak değil de misafir olarak davrandı samimiyetini de hareketlerine katarak. Sevgili Nika’nın “Türkiye’ye selam” derken gözlerindeki ışıltı ile sesindeki boğukluk bir özlemin belirtisiydi sanki. Bu duygularla tekrar Pisagor’a döndüm çektiğim fotoğrafın altına “hemşehrim Pisagor’la” diye imzamı attım. Bunca benzerliğe/aynılığa rağmen iki toplumun yıllardır bir birlerini öteki (düşman desem daha mı uygun olur acaba) gördükleri konusundaki sitemimi Pisagor’a bizatihi ilettim. Bu arada belli bir seviyenin üzerinde doldurulduğunda tamamen boşalan Pisagor bardağından, Pisagor’dan ve Samos’ tan hediye diye kendime bir tane satın aldım.
Pisagor matematik aracılığıyla her şeyin tahmin edilebileceğine ve ölçülebileceğine inanmıştır. "Evrenin hâkimi sayıdır" sözleri de O’na aittir. Notaların matematiksel formüllere dönüştürülebileceğini söylemiş, matematik ile müzik arasında bağlantı kurmuştur. Pisagor’a göre sayıların ve varlıkların sonsuz dizisi 1'den çıkar. 2 dişiliği, 3 uyum ifade eder. 4 tanrısal gücü simgelemesinin yanında 2'nin kendisi ile çarpımından elde edildiğinden adaletin de simgesidir. 5 evliliğin simgesi, 6 organik ve hayati varlıkların türlü şekillerini gösterir. 7 kritik sayıların (örneğin, yedi günlük, yedi aylık, yedi yıllık) 8 ise akıl, ahlak ve erdemin temsilcisidir. 9 ise 4 gibi adaleti temsil eder. 10 yaşamın ilkesi ve yol göstericisidir. Göksel ve tanrısal olduğu kadar insanidir de. Eğer 10'lu olmasaydı her şey belirsizlik içinde ve karanlıkta kalırdı.
Liseli yıllarımda edebiyat hocası her yazının giriş, gelişme ve sonuç bölümünün olması gerektiğini söylerdi. Yazıyı bu kalıba uyduracağım diye çok uğraştım ama sonuca ne yazacağımı bulamadım. Gerçi kompozisyon notum 10 üzerinden 4, edebiyat 4,5, genel olarak da akademik başarım 5 üzerinden 2 idi. Ben de 7. ayın 7’ sinde kongreye gittim, yazının içeriği üzerinde yaklaşık 7 gün düşündüm, 7. ayın 17’ sinde de bu yazıyı yazdım. Sonuç üzerinde fazla düşünmeden rakamların gizemini ve armonisini "sayıların babası" Pisagor’a bırakıyorum.

Yrd. Doç. Dr. Sadık Kartal
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
sadikkartal02@mynet.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...