Bu yazı Öğretmen Dünyası, Sayı;385'te yayımlanmıştır.
Haziran 2011 seçimlerinden önce parti genel başkanları
miting alanlarında vaatlerini sıraladılar. Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısını
doğrudan, diğerlerini de dolaylı olarak ilgilendiren eğitimle ilgili olarak
kendi adıma liderlerin karşılıklı sataşmalarından başka kayda değer bir şeyler
duymadım.
Doktora ders aşamasında iken Eğitim Politikaları dersinde hazırlamış
olduğum hükümet programlarında eğitim
konulu çalışmadan bu yana mümkün olduğunca parti ve hükümet programlarını takip
etmeye çalışırım. Programlardaki vaatlerin genellikle birbirlerinin kes kopyala
yapıştır türünden genel ifadeler olduğunu söyleyebilirim. Eğitimde niteliğin
arttırılması, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi, okullaşma
oranlarının yükseltilmesi ve YÖK’ün kaldırılması (ama kaldırılmaz) şeklinde
sıralanan ifadeler bazı popüler kavramlarla da süslenerek kamuoyuna sunulur.
Bunların eğitsel açıdan uygunluğu veya ölçülüp değerlendirilmesi de
olmadığından ne kadarının uygun olduğu veya hayata geçirildiği konusunda da bir
şeyler söylemek zor.
Geçen günlerde kurulan 61. Hükümet
programında da daha öncekilere benzer ifadelerin yanında 59. ve 60. Hükümet
dönemlerinde yapılan derslik, okul, bilgisayar, akıllı tahta, yurt vs. gibi
araç gereç ve fiziki donanımla ilgili sayısal veriler sunulduktan sonra yeni
hükümetin “yapılanlar yapılacakların teminatıdır, bizi izlemeye devam edin” şeklindeki
bir argümanla dönüşümü ve kaliteyi takip etmemiz gerektiği belirtiliyor.
Programda, nitelikli bir eğitim sistemini
yurt sathında yerleştirmenin en öncelikli hedef olduğu ifade ediliyor. Kalite
kavramı göreceli olmakla birlikte eğitimdeki anlamı öğrenciye sağlanan
materyale erişim kolaylığının dışında hatta ötesinde düşünen, sorgulayan
verilenle yetinmeyerek daha ilerisini aramaya çalışan, kendi kendine yeten
bireylerin yetiştirilmesi kastedilir. Bu şekilde bir birey tipi de mevcut
eğitim sistemi dışında yeniden tanımlanan ve şekillenen bir okul sistemi ile mümkündür. Türkiye eğitim sisteminin sınav
eksenli olması kaliteyi yakalamanın önündeki en önemli engeldir. Çünkü
üst öğretim kurumuna geçişte yalnızca bilişsel davranışları ölçen soruların
kriter olarak alınması öğrencinin ezberci eğitim yapmasına neden oluyor.
Çağdaş eğitim sistemleri, öğrencinin yeteneklerini ortaya çıkarma ve ona
göre yönlendirme esasına dayanır. Sınavlar, öğrencinin yeteneğini tespit
etmediği gibi kişinin tutumu, duyuşsal ve psikomotor özelliklerini de
belirlemez. Yalnızca kişiye bilgi yükleyerek bu bilgiyi ölçer. Örneğin, kitap
sevgisini, düşünmeyi, duyarlılığı ölçmeden uzaktır. 2002’de iktidara gelen AKP
hükümet programında öğrencilere bilgi yüklemeden ziyade temel beceriler edinme,
analiz ve sentez yapabilme, düşünebilme, sorgulama, sağlam bir karakter
kazandırmanın amaçlandığı belirtiliyordu. Ancak bu dönemde sayılan özellikleri
öldüren sınavlar daha da güçlendirildi ve tam tersi uygulamalar yapıldı.
Kalitenin
içinde yer alan bir başka kavram da nitelikli insan gücünün yetiştirilmesidir.
Nitelikli insan gücünü yetiştiren, ekonomik
kalkınmayı destekleyerek hızlandıran eğitim kademesi ise mesleki teknik
eğitimdir. Bu okullardan mezun olanlar sanayi sonrası toplumunun, yani bilgi
toplumunun başlıca kaynağıdır. Ülkemizde ise mesleki teknik liseler, sanayi
sonrası toplumun özelliklerini göstermediği gibi bu okulların çoğu fonksiyonel
değildir. Günümüzde uzmanlaşma ve teknolojik ilerleme için kapasiteli,
yetenekli, mesleki ve teknik eğitim almış insanlar yetiştirildiğinde kaliteden
bahsedilebilir.
Programda FATİH
Projesi ile okullarda akıllı
derslikler oluşturularak eğitimin kalitesinin daha da artırılacağı ifade
ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kamuoyuna açıklanan eğitim
ve teknoloji alanında Ülkemizi Dünya'da bir numaraya taşıyacağı belirtilen Fatih
Projesi ile tüm okullara Akıllı Tahta, Çok Fonksiyonlu Ağ Yazıcısı ve Ağ
Fotokopi makinesi kurulacağı belirtildi. Eğitsel açıdan öğrenmede çok duyuya
hitap etmesi bakımından materyal çokluğu her zaman avantaj sağlar. Ancak
materyali işleten de öğretime destek haline getiren de öğretmendir. Öğretmen
eğitim öğretimde başat konumda iken materyale yüklenen anlam ve beklenen katkı
her zaman öğretmenin önünde gösterilmeye çalışılıyor. Önceki Milli Eğitim
Bakanı Nimet Çubukçu “Hiç kuşkusuz, eğitim ve öğretimin teknolojik gelişmelerle
desteklenmesi, eğitimde niteliğin yükseltilmesi bakımından büyük önem arz
ediyor.” diyerek materyale ne kadar çok anlam yüklediklerini de belirtiyordu.
1980 lerin ikinci yarısından itibaren her sınıfa bir televizyon, takip eden
yıllarda her sınıfa bilgisayar, internet bağlantısı vs. gibi sermayeye para
aktaran “projeler” oluşturuldu. Ancak, ne yazık ki eğitimde istenen niteliğe
ulaşılamamış, Türkiye PİSA sınavında yine de son sıralarda yer almıştır.
Eğitimde akıllı tahta kullanımı, Fatih projesi vs. gibi çalışmalar sermayeye
para aktarımının son uygulamalarıdır.
Okul öncesi eğitimden daha geniş kitlelerin erişiminin sağlanacağı
programda vurgulanan bir başka noktadır.
1980 li yıllardan sonra küreselleşme ve neo liberal politikalar sonucu eğitimin
ticarileşmesi için yeniden yapılandırma çalışmalarına gidildi. Daha önce
okulla, eğitimle ilgisi olmayan birçok firma, eğitim odaklı faaliyetlere başladı.
Çünkü sermaye grupları eğitimdeki özellikle materyal döngüsünü önemli birer
ticari faaliyet olarak görüyorlar. Örneğin, okul öncesi
eğitimin ebeveynin iradesine bırakılmayacak kadar hayati bir mesele olduğu,
çocuk ne kadar erken yaşta okula “verilirse”
daha başarılı hatta iş yaşamında daha çok “girişimci”
olacağı, TÜSİAD ın
yayınladığı raporlarda görmek mümkündür. Çünkü okul öncesinde kullanılan
materyal oldukça pahalıdır ve veli bu öğretim kademesine para yatırmaktan
kaçınmıyor. Hükümetin de bu anlayışa paralel olarak okul öncesinin üzerinde
durduğu görülüyor. Türkiye de okul öncesini veliler bakım
yeri, eğitim sistemi de bir öğretim kademesi olarak görüyor. Dünyada zorunlu
bir eğitim olarak görülmeyen okul öncesi oyunla sosyalleşmenin sağlandığı, aile
sıcaklığının verildiği toplumsal bir ortam olarak bilinir.
Programda vaatlerin nasıl gerçekleşeceği belirtilmese de umut olarak
görülen yönü, eğitimin öğrenciyi ve aileyi rahatlatan bir yapıya
kavuşturulacağının vurgulanmasıdır. Yeteneğe göre bir yönlendirmenin
oluşturulması, merkezi sınavların kaldırılması, dershanelerin kapatılması, mesleki-teknik
eğitimin güçlendirilmesi ve okullarda kullanılan araç gereçler üzerinde
politika yapılmaması aileyi de öğrenciyi de rahatlatacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Sadık Kartal
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Sadikkartal02@mynet.com
Yorumlar
Yorum Gönder