Ana içeriğe atla

Anayasa ve Eğitim


Bu yazı 29 Nis 2012 tarihinde /www.izedebiyat.com sitesinde yayımlanmıştır

Eğitim birey açısından ulaşılması ve yararlanılması gereken bir haktır. Bu hakkın sunumu ise devletin temel görevidir. Hak ve görevin hayata geçirilmesinde fırsat ve imkân eşitliği ilkesi dikkate alınır. Türkiye eğitim sisteminde lise türlerinin çokluğu, merkezi sınavlar, özel eğitime muhtaç çocuklar, maddi durumu yetersiz ailelerin çocukları ve özel öğretim kurumları gibi uygulama ve yapılanmalar fırsat eşitsizliğini getiriyor. Anayasada eğitim hakkı herkesin yeteneklerinin geliştirilmesi ve ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında sağlanması gereken bir fırsat olarak ele alınmalıdır.

1924 ve 1961 anayasalarında yer almamasına rağmen mevcut anayasada “Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez” ifadesi yer alıyor. Temel işlevi bu sayılan kavramların içini doldurmak olan eğitimin(okulun) anayasa gibi genel çerçeveyi çizen bir hukuk metninde yer alması dikkat çekicidir. 12 Eylül’ den sonra oluşan egemen güç ve yasa koyucu okulun sınırlarını belirleyerek olası eylem ve faaliyetlerin önüne geçmeyi hedeflemiştir. Aynı maddede eğitim ve öğretim, Devletin gözetim ve denetimi altındadır, ibaresi var. Maddenin gerekçesinde Devletin gözetim ve denetiminden kastın eğitim ve öğretimin güvenlik altında gerçekleşmesi olarak belirtiliyor. Eğitsel açıdan gözetim ve denetim belirlenen amaçların gerçekleşme düzeyinin tespitidir. Bu da uzman kişi ve kurumlarca yapılır.
1961 anayasası din eğitimini kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıyor. 1982 anayasasının 24. Maddesi “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” deniliyor. Maddenin gerekçesinde istismar ve suiistimali önlemek amacıyla, din ve ahlak eğitim ve öğretimi devlet denetimi ve gözetimi altına alındığı belirtiliyor. Aynı gerekçede dinî inanç ve kanaat hürriyetinin niteliği gereği hiçbir sınırlamaya tâbi tutulamayacağı belirtilse de ulus devletin dini bir kontrol aracı ve ideolojik aygıta uygun ve ona hizmet eden bir yapılanmadan dolayı bu dersi koyduğu anlaşılıyor. Nitekim belirtilen dersin öğretim programındaki konuların tek mezhep ve ulus kavramı ile birlikte verilmiş olması bunun çarpıcı örneğidir. Maddede geçen eğitim ve öğretim kavramında ilkinin diğerini kapsaması yani davranışın uygulama yönünü ön plana çıkarması dersin kültür yönünden öte uygulama yönüne ağırlık verildiğini gösteriyor. Bu da 12 Eylül öncesi sağ sol ideolojik kutuplaşmasına karşılık ve de onun yerine geçebilecek batıcı ve bir o kadar da İslamcı bir toplumsal doku hedefinden kaynaklanıyor. Diğer ülke anayasalarının çoğunda din eğitimi ibaresi olmadığı gibi bazı ülkeler ise din eğitiminin yapılmayacağını belirtmiştir. Belçika anayasası belirli bir dini empoze etmeyen eğitim sisteminin teşkilini savunur. Bu yasağın ebeveynlerin ve öğrencilerin dini görüşlerine saygının sonucu olduğu vurgulanır. Hindistan ve Portekiz anayasasında devletin dini direktife uygun olarak eğitim programları hazırlamayacağı, Mali anayasasında kamu eğitiminin dinsel olmayacağı belirtilir.
1924 ve 1961 anayasalarının eğitim hakkını düzenleyen maddelerinde eğitimin diline ilişkin bir ibare yoktur. Genel olarak bu anayasalarda; resmi dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi vatandaşlar için bir hak ve devlet için bir görev olarak belirtiliyor. 1982 Anayasasının 42. maddesi “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” demesinin yanında aynı maddede “eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir” denilse de fiiliyatta yabancı dil öğretiminin özellikle İngilizcenin bazı öğretim kurumlarında Türkçe den daha fazla oranda yer aldığı görülüyor. Can alıcı ve acaba ne olacak denilen de aslında Kürtçenin konuşulması önündeki yukarıdaki engelin kaldırılıp kaldırılmayacağıdır. Bizce uygun olanı başka dil yasağının anayasada yer almamasıdır. Resmî yazışma dilinin Türkçe olarak belirtilmesi, ana dili Türkçe olmayan yurttaşların ana dillerinin öğretilmesi ve bu diller üzerinde bilimsel araştırmaların yapılması yasaya bırakılabilir. Türkçe dışındaki dilleri anadil olarak eğitim kapsamı dışında tutmak Türkiye gibi zengin kültürel çeşitliliğe sahip bir ülke için sakıncalıdır. Kaldı ki yasaklama Türkiye’nin imza koyduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi uluslararası belgelere de aykırıdır.
Yükseköğretim kademesini diğer örgün eğitim kademelerinden ayrı olarak ele alınması eğitimin sorunlarına bütüncül bakışı engelliyor. Bu eğitim kademesi örgün/formel eğitimin son aşaması olarak nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi ve kurumsal olarak toplum sorunlarına çözüm getirici olarak görülür. Üniversitelerin bu işlevlerini yerine getirmediği hatta toplumdan uzak olduğu dile getirilen bir gerçektir. Anayasal düzlemde toplumsal sorumluluk ilkesi ile özerklik( bilimsel, mali ve yönetsel) garanti altına alınmalıdır. YÖK kaldırılarak koordinasyonu sağlayacak (Üniversitelerarası Kurul gibi) bir birim oluşturulmalıdır. Üniversite yönetim kurulu, öğretim elemanı, öğrenci ve idari personelin yer alacağı tüm paydaşlar tarafından seçilmelidir.
Eğitim diğer toplumsal kurumlarla eşit olarak düşünülse de okul sistemi tüm kurumların insan gücünü yetiştirir. Dolayısı ile eğitim insan yetiştirme ve toplumu biçimlendirme sanatıdır. Yeni anayasanın ruhu da buna göre şekillenmelidir.

Doç. Dr. Sadık Kartal
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Sadikkartal02@mynet.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...