İletişimin
hassını yaşadığım çocukluğumun uzun kış gecelerinde teneke sobanın sıcaklığında
tutku ile dinlediğim deliksiz uykumun müsebbibi öğüt, dram, komedi ile yüklü destanlar.
Ailemizin dostu Kale Sede’nin kılamlarını dinlemek apayrı bir heyecan kaynağı
idi. Saatlerce o büyük dengbeji dinlediğimde günümüz biliminin standartlaştırdığı
çocukluk inşasının tezahürü olan dakika ile sınırlı dikkat süresi bizde 3-5
saat aralığındaydı. Kale Sede’nin gür sesiyle bazen sözle bazen kılamla
söylediği Mem û Zin, aşkın hikâyesi de olsa her cümlesine
güzelliğin sindiği söz ustalığı ile içinde doğruluk, adalet gibi modern
dünyanın özlemini çektiği mesajlarla doluydu. Dinlediğimiz destanların özü ise
doğuya ait ritüellerdi.
Destanların çıkışının doğu olması bende her daim doğuyu gizem
dolu bir coğrafya olarak görmeme neden oldu. Zorlama bir mühendislikle yüzümüz batıya
döndürülse de doğunun o güçlü gizemi beni hep kendine mıknatıs misali
çekmiştir.
Bu kez rotamın yönünün
doğu olması hele de Mem û Zin’in asıl dengbeji Ehmedê Xanî’n diyarı
ile buluşma özlemi bir hayli heyecanlandırdı.
Kalabalığın şehri Ağrı.
Aşkın gizemini ve adalet terazisinin usta anlatıcısı Mem û Zin yazarı, mültidisipliner
şahsiyet Ehmedê Xanî’nin memleketi Ağrı.
Koşarak gittiğim hatta
dolmuşçunun yavaş hareketlerine itirazımın olduğu Doğubayazıt’ın simgelerinden Ehmedê Xanî Türbesi'ne vardığımda uhrevi bir huzurla karşılaştım. Sarp
kayalara kurulu türbede o küçücük yapıda büyülendim. "Kitabın ilk harfi insandır" diyen büyük âlim,
şair, mutasavvıf Ehmedê Xanî Kürt düşünce
ve edebiyat mirasının zenginliğinin önemli temsilcilerinden birisi.
Ehmedê Xanî Türbesi'nin
yanı başında Doğubayazıt Ovası'na nazır Ağrı Dağı’na nispet edercesine sarp
kayaya kurulmuş İshak Paşa Sarayı yer alıyor. Sarayın
dışı, masal filmlerindeki sahneleri andırırcasına muhteşem bir görünümde. Odalarını
tek tek sayamadım ama 100 den fazla olduğu söyleniyor. Sarayı gezerken, makam ve mevkiinin yönetimde
hükmetme ve itaat etme aracı olduğu konusunda tarihin örneklerle dolu olduğunu
düşündüm. Saray, içinde barındırdığı cami, divan odası, mutfak, ahırları ve
hamamıyla küçük bir şehir havasında. Konumu, mimarisi, taşın
işlenmesindeki ustalık ile görülmeye değer tam bir sanat abidesi.
Erzurum’a
vardığımda kalacağım mekâna ulaşmam için rehberlik eden, kent hakkında kısa bir
özet çeken, rotama kılavuzluk eden samimi dadaşa tekraren şükranlarımı iletmek
isterim.
Dadaşın söylediği güzergâha sadık kalarak ilk
durak Türkiye Cumhuriyeti kuruluş aşamasında Mustafa Kemal ve kongre heyetine
ev sahipliği yapan Atatürk Evi Müzesi. Bir konak olarak inşa edilen müze dolaşıldığında
Cumhuriyet'in kuruluşundaki ruhu görmek mümkün.
Sokaklardaki kalabalığı gözlemleyerek vardığım bir sonraki nokta, derinden nefes aldığım, şehrin önemli simgelerinden, tarihinin Urartulara kadar dayandığı söylenen Erzurum Kalesi. Kalenin etrafının dinlenme alanları olarak düzenlenmesi, yöreye apayrı bir çehre katmış.
En çok merak ettiğim yer ise, öğrencilik yıllarımda ders kitaplarında Türk-İslam sanatlarının timsali olarak gösterilen, Erzurum denilince hep gözümde canlanan ve kendimce Erzurum’un simgesi olarak tanımladığım Çifte Minareli Medrese oldu. Taş süslemeleri ile dikkat çeken medrese, estetik bir güzellik mimarisi olarak birçok ziyaretçiyi ağırlıyor.
Dinlenme ve farklı tatları yerinde görme zamanı... Erzurum denilince akla ilk gelen yemek, cağ kebabı. Farklı şehirlerde tattığım bu yemeği, çıkış yerinde yemek keyfi ve hevesiyle, garsonun "Nasıl pişsin?" sorusuna "İyi pişsin" cevabını verdikten sonra, ayran eşliğinde tamam işaretiyle bugünü sonlandırdım ve rotam Erzurum evlerine yöneldi.
Tarihin ve doğanın sermayeye hizmet ettiği bir çağda ücretli olması zoruma gitse de eski Erzurum evlerini dolaşıyorum. Bireyselliğin ve yalnızlığın tavan yaptığı, izole olmanın dayatıldığı çağımızda, komünal yaşama en iyi örnek olan bu kafe evlerin gizemli bir havası vardı. Oradan, yine tarih kitaplarında sıkça rastladığım, şehir ile bütünleşmiş, Erzurum’un gizli tarihi hazinelerinden olduğu söylenilen anıt mezar örneklerinden Üç Kümbetler’e geçtim. Dar bir alan olmasına rağmen, çokça zaman geçirdiğim bir yer oldu. Sanki geçmişten bir şeyler bulacağım, üzerinde düşüneceğim ya da bir şeyleri bana verecekmiş gibi uzun süre dolaştım kümbetler arasında. Çevresini inceledim, yazılan notları okudum. Kesme taşlardan yapılmış bu yapılar, üzerlerinde çiçek ve hayvan figürleri barındırıyordu.
Önceden aldığım notlara göre, Erzurum’da görülmesi gereken yerlerden birisi de Taşhan ya da Rüstem Paşa Bedestenı. Han, şehri ziyaret edenlerin hediyelik eşya almak için uğradıkları bir ticaret merkezi. Çarşıda oltu taşından yapılmış tespih, yüzük, takı ve çeşitli ürünleri bulmak mümkün.
Son olarak Lala Mustafa Paşa Camii
ve yakınındaki Yakutiye Medresesi. Kapısının karşısına oturarak Medreseyi hayranlıkla
izledim. Bir inanç ve öğretim merkezi. Bu şehrin en önemli yönü insanı
sarmalayan manevi havası.
Prof.
Dr. Sadık Kartal
Burdur
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com
Blog; http://sadikartal.blogspot.com/
Web;
https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/


Yorumlar
Yorum Gönder