Ana içeriğe atla

Beyaz Gemide Rengârenk Kelebekler -Faik Öcal’ın Beyaz Hüzün adlı kitabı için-

 

Beyazdı… Rüyalar da hayaller de. Düşler de umutlar da.

Beyazdı… Gelecek te geçmiş te. Fakirin ekmeği de zenginin iştahı da. Keysun ovasındaki pamuğun rengi de, Akdağ’ın uzayıp giden enginliği de.

Rahata kavuştuğum, dinlendiğim, beslendiğim, güvenerek adımlarımı attığım sadık yârim beni sallayana kadar, her şey beyazdı. Asrın felaketi olmuştu, dünyaya imdat denildi, yaratana sığınıldı.

Karanlığa dönüştü beyaz.

İnleyenler, bağıranlar, imdat diyenler. Keysun ovasının renksiz hüznü Akdağa çarptı, yankısına hiçbir can dayanamadı. Kar siyaha döndü, yağmur toprakla sevişemedi, ibibikler ötemedi, ezan okunamadı.

 Kimi dinlesem ayrı hikâye, ayrı acı, hiçbir roman bu kadar acı olamaz, hiçbir film bu hüznü çekemez.

 Acıyı yaşarken yaslandığım dağ gibi babam. Onun gölgesinde dilimle barışık vaziyette kendim oluyorum, tüm doğallığım da üzerimde. Bize gülümseyen yıldızların altında yine de bizi sallayan güce güvenerek, Keysun ovasının rahatsız edici sivrisineğinin fısıltısını umursamadan acılara inat hayat gemisindeyim. Gemi, beyaz gemi.

 Beyaz gemi, geçmiş, gelecek, acı, tatlı, yalnızlık, aşk, sevgi, nefret, teknoloji.  Öyle virgülle yana yana sıralanmış zorlama sözcükler değil bunlar, bizatihi yaşadıklarımı sıralar beyaz geminin içindekiler.

 Evet, araçlar büyüdü biz küçüldük. Akıllı olan öğretmen değil, tahta oldu. Koskoca okul ekrana sığdırıldı, herkesin okulu oldu. Ama bizim okul olmadı. “ağacın…. ormanda olduğunu bilmediği bir ormanda kaybolması…” misali biz de kendi içimize hapsolduk, yanımızdakinin kötülüğü bulaşmasın diye. Son birkaç yıldır yaşadıklarımız, tanık olduklarımız, beyaz hüznün deyimiyle “ bazen hayatta şahit olmak yaşamaktan daha çok acı veriyormuş”. Bizim derdimiz okula ekran götürmek değil, yakacağı olmayan okula tezek götürmek, aydınlanarak gelmektir eve.

Beyaz gemi bizimki de bir şiir yazmakta hani, “karanlık sularda, kurak topraklarda, simsiyah taşlarda aradığımız.” Ne engeller yaşadık öteki olmaktan kaynaklı. Ortada yürüdüğümüzde yalnız kaldık, sağa sola savrulduğumuzda taşlanır olduk. Ama bize güç kuvvet veren hep inancımız oldu. İki uçurumun bir boşluk etmediğini, iki yarımın da bir tam etmediğini anladık zamanla.

En büyük hüznüm ayrı düşmek Akdağlara. Nedeni yaşadıklarımızda. Adımlarımız küçüldü, ayakkabılarımız kirlendi ve çok ufaldık. Benim de hayalim Akdağda bembeyaz bir kar tanesi olmak, orası çocukluğumuzdan öte bir dünya, şairliğimiz ondandır belki, saflığımız ondan.

Beyaz gemi şubata göndermen ne kadar isabetli. Şubat soğuğu sarmaladı her bedeni;

 “…uyku ile uyanıklık arasında hayal meyal geçmişim gözlerimin önündeki sarı perdede bir belirip bir kayboluyor. Biliyorum ölüm şarkısının gözleri bu, yavrusunu arayan ak devenin türküsü bu. Vakit gelmiş. Ateş korkutmuyor. Rüzgâr uçurmuyor, toprak savrulmuyor, su akmıyor, kuşlar uçmuyor. Hepten bir yabancıyım, yeri yurdu olmayan bir yılkı, uzun sarı yeleli bir hüzün.”

Katılmamak mümkün mü beyaz gemi, çocukluk yitik bir cennet. Geride kalmış bir hayat. Kıymetini bilsin yaşayanlar ve yaşayacak olanlar. Geride kalsa da yüzümüzün gülümsediği, hatalarımızın hoşgörü ile karşılandığı uzun bir dönem. Bundan olsa gerek ki ondan sonrakileri kısa anlatımlarla geçiştiririz.

Metruk okula razıydık, şimdi yerinde yeller esen. Tesellimiz ise iki kavak ağacı, kâğıttan beyaz geminin dolaştığı dere. Bir de annenin nasırlı elleriyle dokuduğu halıya sırtını yaslayarak hayallere dalmak.

 Babamın sesi ile ayrılıyorum beyaz gemiden. Keysun ovası çoktan başlamış güne. Burnumda bazlama kokusu. İçimde ise beyaz hüzün.

Kaleminden rengârenk kelebekler akmaya devam etsin Faik Hoca. Diline sağlık…


Prof. Dr. Sadık Kartal

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi

E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com

Blog; http://sadikartal.blogspot.com/

Web; https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...