Beyazdı… Rüyalar da
hayaller de. Düşler de umutlar da.
Beyazdı… Gelecek te
geçmiş te. Fakirin ekmeği de zenginin iştahı da. Keysun ovasındaki pamuğun
rengi de, Akdağ’ın uzayıp giden enginliği de.
Rahata kavuştuğum,
dinlendiğim, beslendiğim, güvenerek adımlarımı attığım sadık yârim beni sallayana kadar, her şey beyazdı. Asrın felaketi olmuştu, dünyaya imdat
denildi, yaratana sığınıldı.
Karanlığa dönüştü
beyaz.
İnleyenler, bağıranlar,
imdat diyenler. Keysun ovasının renksiz hüznü Akdağa çarptı, yankısına hiçbir
can dayanamadı. Kar siyaha döndü, yağmur toprakla sevişemedi, ibibikler
ötemedi, ezan okunamadı.
Kimi dinlesem ayrı hikâye, ayrı acı, hiçbir
roman bu kadar acı olamaz, hiçbir film bu hüznü çekemez.
Acıyı yaşarken yaslandığım dağ gibi babam.
Onun gölgesinde dilimle barışık vaziyette kendim oluyorum, tüm doğallığım da
üzerimde. Bize gülümseyen yıldızların altında yine de bizi sallayan güce
güvenerek, Keysun ovasının rahatsız edici sivrisineğinin fısıltısını umursamadan
acılara inat hayat gemisindeyim. Gemi, beyaz gemi.
Beyaz gemi, geçmiş, gelecek, acı, tatlı,
yalnızlık, aşk, sevgi, nefret, teknoloji.
Öyle virgülle yana yana sıralanmış zorlama sözcükler değil bunlar,
bizatihi yaşadıklarımı sıralar beyaz geminin içindekiler.
Evet, araçlar büyüdü biz küçüldük. Akıllı olan öğretmen değil, tahta oldu. Koskoca okul ekrana sığdırıldı, herkesin okulu oldu. Ama bizim okul olmadı. “ağacın…. ormanda olduğunu bilmediği bir ormanda kaybolması…” misali biz de kendi içimize hapsolduk, yanımızdakinin kötülüğü bulaşmasın diye. Son birkaç yıldır yaşadıklarımız, tanık olduklarımız, beyaz hüznün deyimiyle “ bazen hayatta şahit olmak yaşamaktan daha çok acı veriyormuş”. Bizim derdimiz okula ekran götürmek değil, yakacağı olmayan okula tezek götürmek, aydınlanarak gelmektir eve.
Beyaz gemi bizimki de
bir şiir yazmakta hani, “karanlık sularda, kurak topraklarda, simsiyah taşlarda
aradığımız.” Ne engeller yaşadık öteki olmaktan kaynaklı. Ortada yürüdüğümüzde
yalnız kaldık, sağa sola savrulduğumuzda taşlanır olduk. Ama bize güç kuvvet
veren hep inancımız oldu. İki uçurumun bir boşluk etmediğini, iki yarımın da bir
tam etmediğini anladık zamanla.
En büyük hüznüm ayrı düşmek
Akdağlara. Nedeni yaşadıklarımızda. Adımlarımız küçüldü, ayakkabılarımız
kirlendi ve çok ufaldık. Benim de hayalim Akdağda
bembeyaz bir kar tanesi olmak, orası çocukluğumuzdan öte bir dünya, şairliğimiz
ondandır belki, saflığımız ondan.
Beyaz gemi şubata
göndermen ne kadar isabetli. Şubat soğuğu sarmaladı her bedeni;
“…uyku ile uyanıklık arasında hayal meyal
geçmişim gözlerimin önündeki sarı perdede bir belirip bir kayboluyor. Biliyorum
ölüm şarkısının gözleri bu, yavrusunu arayan ak devenin türküsü bu. Vakit
gelmiş. Ateş korkutmuyor. Rüzgâr uçurmuyor, toprak savrulmuyor, su akmıyor,
kuşlar uçmuyor. Hepten bir yabancıyım, yeri yurdu olmayan bir yılkı, uzun sarı
yeleli bir hüzün.”
Katılmamak mümkün mü
beyaz gemi, çocukluk yitik bir cennet. Geride kalmış bir hayat. Kıymetini
bilsin yaşayanlar ve yaşayacak olanlar. Geride kalsa da yüzümüzün gülümsediği, hatalarımızın
hoşgörü ile karşılandığı uzun bir dönem. Bundan olsa gerek ki ondan sonrakileri
kısa anlatımlarla geçiştiririz.
Metruk okula razıydık,
şimdi yerinde yeller esen. Tesellimiz ise iki kavak ağacı, kâğıttan beyaz
geminin dolaştığı dere. Bir de annenin nasırlı elleriyle dokuduğu halıya
sırtını yaslayarak hayallere dalmak.
Babamın sesi ile ayrılıyorum beyaz gemiden.
Keysun ovası çoktan başlamış güne. Burnumda bazlama kokusu. İçimde ise beyaz
hüzün.
Kaleminden rengârenk
kelebekler akmaya devam etsin Faik Hoca. Diline sağlık…
Prof. Dr. Sadık Kartal
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com
Blog; http://sadikartal.blogspot.com/
Web; https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/

Yorumlar
Yorum Gönder