Ana içeriğe atla

PANDEMİDE KORKU İKLİMİ

 

 Çocukluğumda köyümüzün alt yanındaki mezarlıkta beyaz giyimli aksakallı dedenin ebedi istirahattekileri gönüllü olarak korumakta olduğu söylenirdi. Açık havada bir problem yok iken güneş aşımı ile ortaya çıktığı söylenen dedenin zarar verir endişesi ve korkunun bize verdiği enerji ile adımlarımız sıklaşır, en kısa sürede mezarlığın yanını terk ederdik. Köyün batı kesiminden jandarmanın gelişi de bir başka korku kaynağı idi. Onların da bizim gibi tenleri yanık ancak sillelerinin namı meşhurdu. Jandarmadan değil ama merakımın sonucu olarak en okkalısından bir tane yemişliğim de vardır. Bu şekilde dar çerçeve içindeyken okullaştığımızda korkularımız arttı.

  Devamsızlık korkusu, geç kalma korkusu, ödev korkusu, öğretmen korkusu, sınıf tekrarı korkusu, teşekkür/taktir alamama korkusu. En önemlisi de oyuncaklarımızla dayak yeme korkusu, anamın dilini konuşma korkusu.

Ortaokulda yeni bir çevrede ilkokullardaki korkulara eklemeler oldu. Aileden uzak yaşama sonucu aç kalma korkusu, parasızlık korkusu, ısınamama korkusu ve disiplin korkusu. Sopanın her daim tepemizde sallandığı hissini veren disiplin korkusundan yine okkalı bir ceza almış birisi olarak okul hayata hazırlar diyen mevzuatın birinci maddesini ve gülücük dolu eğitim alan yazınını ilgililere hatırlatmak gerekirmiş.

  Üniversiteli yıllarda artık yaşamın kıyısından ucundan tecrübeler edinmişken eğitim psikolojisi dersinde öğrendiğim “korku insanın içindedir” cümlesi ile korkularımızı nasıl içselleştirdiğimizi ve öğrenmenin zaman zaman korkularımıza sebebiyet verdiğini bellemiş oldum.

 İdeolojiyle sarmalanmış çağda karşıtın şiddetine maruz kalma korkusu, atanamama korkusu, atanıp ta rahat edememe korkusu, geçim korkusu.

Okul bittiğinde rol ile değişikliği yeniden okulun kapısını çaldığımda disiplin korkusu, amir korkusu, çevre korkusu, başarılı olamama korkusu, aktaramama korkusu, hakkını alamama korkusu, geride kalma korkusu, yanındakini geçememe korkusu.

Olgunlaşmış yaşlarımda geçim korkusu, hastalık korkusu, kaza bela korkusu, iftira korkusu, yanlış anlaşılma korkusu, beğenilmeme korkusu, kaybetme korkusu, ayrılık korkusu.

  Korku insanın içindedir şiarı ile onu yenme konusunda da bir hayli yol aldığımı söyleyebilirim. Ta ki 2 yıl öncesine kadar. J.J. Roseau’nun çevremizdedir cehennem söylemine örnek teşkil edecek şekilde, eğitimcilerin öğrenmede birçok duyuya hitap edin ilkesine uygun ve aşacak tonda empoze edilen korku ile yoğrulduk. Korku artık yanımızdakilerin nefes alışında hatta bakışlarında, uçan kuşun kanadında, sazın telinde, rüzgârın esintisinde, davulun sesinde, çayın tadında, keyiflendiğimiz tütünün dumanında. Sosyal mesafenin rol olduğu/olmadığı, cümle tekrarının bilim olduğu, özgürlüğün anarşizm ile eş olduğu, karşıt fikirli olmanın inatçılık olduğu, hak ve görevin boş hayal olduğu bir iklimdeyiz artık. Korkuların bana ait olması güzeldi, ancak herkeste olması bir başka korku kaynağı. Pompalanan korkunun nelere mal olduğu da ortada.

 Bir parantez açılımı ile korku ikliminde oluşan toplumsal birleşme noktalarına da değinmek gerek.

  -Memleket ahalinde uhrevi yalnızlığa ve maddiyatın kolaylaşmasına yaptığı katkı ile önemsenen öğretim sekteye uğradı.

 -Emeğin kutsallığını dillerine pelesenk edinenlerin kapitalizmin yanında saf tutup onların nimetlerinden faydalanmayı refah düzeyi olarak tanımlamalarına aşinaydık. Pandemide yüzleri iyice görünür oldu.

 -Diğer tarafı ihmal ettiği gerekçesiyle pozitivist standartlara dayalı öğretime karşı çıkanların kendilerini çağdaş olarak görenlerle aynı argümanları kullanmaları dikkatimi çekiyor.  

 Açılan parantezi, yoksa artık hepimiz aynı gemide yer alıp güçlünün safında mı olduk, cümlesi ile kapatalım.  

 Korku ile yaşadığımız bu iklimde korkularımıza sebebiyet etkenlerin sürekliliği endişesi de korkutucu. Nedense aklıma Squid Game misali maskeli muktedirlerin kahkahaları altında korku ve vahşet ikliminde yaşamak, geldi. Enötesi de aramızda dolaşan bağlantılı maskesizlerin verdiği korku. Korku, “korku ek, itaat ve kâr biç”, oyunu ile değişik şekil ve zamanlarda önümüze sunulacak gibi.

Umut hep ekmeğimiz olsa da tesellim dayatılan standartlarda değil;

Kemal Burkay’ın şiirinden Sezen Aksu’nun şarkısı ile

Haydi gülümse

İklim değişir, Akdeniz olur, Gülümse.

 

 Prof. Dr. Sadık Kartal

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi

E- posta; skartal@mehmetakif.edu.tr- iznik.1966@gmail.com

Blog; http://sadikartal.blogspot.com/

Web; https://abs.mehmetakif.edu.tr/skartal/

 

 

 

Yorumlar

  1. Sadik hocam korku kültürünü çok guzel anlatmissiniz. Cocuğu, hele kişilik gelişiminin en hasas dönemi olan okul öncesi eğitim çağındaki çocuğu korku kültürü ile yetiştirmek, çocugun benlik algisi ve ozguveni üzerinde onarılması mümkün olmayan büyük tahribatlar yaratabilir. 20. Milli Eğitim Şurası kararları bu bağlamda pedagojik açıdan tekrar değerlendirilmelidir. Kemal KAYIKÇI

    YanıtlaSil
  2. Kendinde yeterli ikna gücü olmayanlar, savunduğu şeylerin içi boş olanlar, kolaycılığı seçenler, kolay güç ve otorite elde etmek isteyenler, çaresiz kalıp yeni birşey üretemeyenler ve öncelikle hayatının her aşamasında korku kültürüyle büyüyenler ve bunu yok etmek yerine bununla mücadele etmek yerine içselleştirenler kaybedecekler hocam, ama iz bırakarak kaybedecekler. Maalesef bugün de böyle olduk.
    Ama bilmedikleri bir şey var ki 'umudu' yok edemezler Hocam. Homa Sapiens'ten bu yana çok yaşanmışlıkları oldu bunların.
    İnadına herkesin sığınma alanı sonunda 'sevgi' limanı oldu. Yine öyle olacak hocam. Kalemine, yüreğine sağlık. Saygı ve sevgi ile...

    YanıtlaSil
  3. Gayet güzel anlatmışsınız hocam; korkunun nasıl öğrenildiğini ve geliştirildiğini ama ne kadar farkında olsak da hala peşimizi bırakmayışını... Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Herkesin evet tam da bu diyebileceği bir tesbitte bulunmuşsunuz hocam, yaşayıp da yazamadığımız hatta anlatamadığımız daha pek çok korkularımız var. Korkularımız çığ gibi büyümekte toplumsal korkularımız, gelecek korkularımız, günlük korkularımız daha da genişledi küresel korkularımız oluştu. Korkuları daha daha daha çoğaltabiliriz.
    Üzerinde çalışılması gerekenin korkulardan nasıl kurtuluruz, nasıl varoluşu muzu özgürce gerçekleştirebiliriz? Sorularının yanıt bulması. Umarım bu sorular yanıt bulur ve bizler de tüm insanoğlu da korkmadan özgürce yaşayabilir. Saygılar...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...