Ana içeriğe atla

Akıllı Olan Tahta Değil Öğretmendir

 Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kamuoyuna açıklanan ve Dünya'da bugüne kadar gerçekleştirilmiş en büyük eğitim projesi olarak belirtilen Fatih Projesi hayata geçirildi. Eğitim ve teknoloji alanında Ülkemizi Dünya'da bir numaraya taşıyacağı belirtilen proje ile tüm okullara Akıllı Tahta, Çok Fonksiyonlu Ağ Yazıcısı ve Ağ Fotokopi makinesi kurulacağı belirtildi. Hatta Milli Eğitim Bakanlığının bazı birimleri bunları projenin buzdağının sadece görünen yüzü olduğunu ifade ettiler. Z-Kitap (Zengin İçerikli ve Etkileşimli E-Kitap ), pek çok yeniliği içeren EBA (Eğitim Bilişim Ağı), Video Konferans yolu ile ders anlatımı vs. buzdağının öte yüzünden sadece bir kaçı!. Eğitim – öğretimde teknoloji kullanımının öğrencilerimizin 21. yüzyıl becerilerini kazanmalarını sağlayacağı göz ardı edilemez bir gerçek olduğu da vurgulandı. En önemlisi de eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanacağı şeklindeki iddiaydı. Projenin maliyeti 1.000.000.000 dolar olarak hesaplanmış. Oldukça iddialı olan bu projeye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından start verilerek siyasi desteğin tam olduğu mesajı da verildi. Hatta bu destekten ve maliyetinin yüksekliğinde olsa gerek projenin seçim yatırımı olduğu bile dile getirildi.

Eğitsel açıdan öğrenmede çok duyuya hitap etmesi bakımından materyal çokluğu her zaman avantaj sağlar. Öğretmenin işini de kolaylaştırdığı gibi kısmen zorlaştırdığı da olur. Ancak materyali işleten de öğretime destek haline getiren de öğretmendir. Öğretmen eğitim öğretimde başat konumda iken materyale yüklenen anlam ve beklenen katkı her zaman öğretmenin önünde gösterilmeye çalışılıyor. Eleştiri noktamızdan birincisi burasıdır. Örneğin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu “Hiç kuşkusuz, eğitim ve öğretimin teknolojik gelişmelerle desteklenmesi ve yaygınlaştırılması eğitimde niteliğin yükseltilmesi bakımından büyük önem arz ediyor. Akıllı tahtalar da bunlardan birisi.” Bakan, aynı konuşmasında akıllı tahtaların maliyetlerinin yüksek olduğunu da belirtmiş.
Konu akıllı tahtadan açılmışken bu noktadan devam etmekte fayda var. Teknik olarak akıllı tahta, projeksiyon aleti, bilgisayar ve beyaz tahtayı bir araya getiren bir aparattan oluşur. Kalem hareketleri Bilgisayardaki Programla Projeksiyona aktarılınca tahtada yazı görüntüsü oluşur.
Uluslararası Öğrenci Başarılarını Değerlendirme Projesi olan PISA çalışmalarına Türkiye 2003 yılından beri katılıyor. Bu sınavda öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleri değil, gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yeteneği, akıl yürütme ve fen ve matematik kavramlarını kullanarak etkin bir iletişim kurma becerisine sahip olup olmadıkları ölçülüyor. Türkiye 2003 yılından bu yana sınavda son sıralarda yer almakta, Finlandiya ise hep ilk sırada yer alıyor. Finli öğrencilerin elde ettiği başarıların arkasındaki tek faktör öğretmenin niteliğidir. İlginç olan nokta da Finlandiya’da bizim ilkel, demode olarak gördüğümüz karatahtanın öğretmenlerce hala kullanılmasıdır
1980 li yıllardan sonra küreselleşme ve neo liberal politikalar sonucu eğitimin ticarileşmesi ve pazarlanması için yeniden yapılandırma çalışmalarına gidilmiştir. İkinci eleştirimiz de bu noktadan hareketle olacaktır. Daha önce okulla, eğitimle ilgisi olmayan birçok firma, eğitim odaklı faaliyetlere başlamıştır. Çünkü sermaye grupları eğitimdeki özellikle materyal döngüsünü önemli birer ticari faaliyet olarak görüyorlar. Örneğin TÜSİAD ın yayınladığı eğitim ile ilgili raporlarda okul öncesini doğru başlangıç olarak belirtmesi, bu öğretim kademesini yaygınlaştırmanın etkilerini her şeyin temeli olarak belirtmesi dikkat çekicidir. Çünkü okul öncesinde kullanılan materyal oldukça pahalıdır ve veli bu öğretim kademesine para yatırmaktan kaçınmıyor. Aynı şekilde son yıllarda her tarafta açılan vakıf üniversitelerinin belli sermaye gruplarınca açılması da bir başka dikkat çekici noktadır.
1980 lerin ikinci yarısından itibaren her sınıfa bir televizyon, takip eden yıllarda her sınıfa bilgisayar, internet bağlantısı vs. gibi sermayeye para aktaran “projeler” oluşturuldu. Ancak ne yazık ki eğitimde istenen niteliğe ulaşılamamış, Türkiye PİSA sınavında yine de son sıralarda yer almıştır. Eğitimde akıllı tahta kullanımı, Fatih projesi vs. gibi çalışmalar sermayeye para aktarımının son uygulamalarıdır. Bundan sonra da niteliğin artmayacağı tecrübeyle sabittir.
Bu tür projelerin eğitimde fırsat eşitliğini sağladığı özellikle Fatih projesi ile de sıkça dile getirildi. Ancak fırsat eşitliği yalnızca materyal sunumu ile sağlanan bir kavram değildir. Herkese en üst basamağa kadar belirli düzeyde asgari öğrenim imkânın sağlanması, her bireyin yetenek ve gizilgücünün ortaya çıkarılması eğitimde fırsat eşitliğinin içini dolduran tanımlamalardır.
Eğitimde yeni proje üreteceklere ve onları betimleyecek akademisyenlere âcizane birkaç önerim olacak. Türk-iş verilerine göre Türkiye de her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi çalışmak amacıyla hareket halindedir. Bunların büyük çoğunluğu mevsimlik işçidir. Mevsimlik işçi çocuklarının geneli ilköğretim çağında ve okullar açık olduğunda aileleri ile birlikte göç ediyorlar ve eğitimden uzun süre uzak kalıyorlar. İlköğretimde okullaşma oranı 2010 verilerine göre %98. Yani ilköğretim çağ nüfusunun %2 lik kesimi eğitimden yoksun kalacak ömürleri boyunca. Eğitimden uzak kalanların fırsat eşitliği nasıl tanımlanır. Yüksek öğretime başvuranların yalnızca dörtte biri bir programa yerleşebiliyor. Geri kalan dörtte üçünün eğitim hakları sağlanamıyor ve fırsat eşitsizliği doğuyor. İlköğretimden yüksek öğretime test ile tost arasına sıkışmış çocuklarımızın bilgiyi ezberleyerek diploma almaları hangi eğitim anlayışına uygundur. 250.00 e yakın atama bekleyen öğretmenlerin yaşadıkları buhran nasıl dinecek.
Türkiye de eğitimin asıl sorunları bir tarafa atılıp yalnızca işin cafcaflı kısmı ön plana çıkartılıyor. Yapılması gereken asıl sorunlara yönelmek ve öğretmenin niteliğini arttırmaktır. Çünkü başarının yolu akıllı tahtadan değil iyi yetişmiş öğretmenden geçer. Dünya örnekleri ve eğitim tarihimizdeki başarılı modeller bunu gösteriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...