Ana içeriğe atla

Çiyayê Spî ya da Ben


Nereden hangi vakit çıktık yola hatırlamıyorum. Eziyetli yolculuğun sonunda bulutlar siyaha döndü, gökyüzü karardı, yorgunluğuma yorgunluk bindi. Eşeklerden denkler indirildi, kıl çadırlar bir sene önceki mekâna yeniden kuruldu, barınak hazır hale geldi. Anam koruma içgüdüsüyle yatağı serdi, içine büzülerek girdim. Yağmur şiddetlendi, uykum derinleşti. Uyandığımda mis gibi bir hava, nefesimde ferahlık, anamde bir gülümseme. Derin bir nefes çektim, artık ben de varım dedim.
 Bizi besleyen, büyüten her şeyiyle kucak açan Çiya Spi denilen bu muhteşem yaylada dağ çayının kokusunu, Berivanların cilveli yürüyüşlerini, kuzuların incecik meleyişini, rüzgârın melodik esintisini, yolların gönül kıvrımını, insanların doğallığını, gökyüzünün herkese ait olduğunu, insanların paklığını bizatihi yaşadım. O benim için bende “ben”di, her daim. Yıllar geçti görmeyeli, özlemim dinmedi hiç. Eğitimin cenderesinden geçerken standarttı görünce doğallığını, yalanı duyunca rüzgârını, bataklığı görünce çiçeklerini düşünerek teselli oldum.
  Bu yıl devasalığının içinde bulunmak için düştüm yollara. Çadırlar kıl değil, maviydi “çağdaş”lığa uygun bir yozlaşmayla. Kirlenmek güzeldire cevap olarak kar suyu ile oluşan derede yüzümü yıkadım. Suyun paklığında yaylamızın muhteşem siluetini görerek heyecanlandım. Tabana kuvvet tırmandığımda hikmetinden sual olunmaz desem de “temiz güzel” olduğundan yorulmadım. Bazı şeyler yoktu ve “yok” güzeldi. Araba gürültüsü yoktu, telefonumda “şebeke yoktu ”, insanın gözüne sokulan reklamlar yoktu, kandırmacaya dayalı diziler yoktu mesela…
 Kaniya Reş’te dinlendim, kana kana suyunu içtim. Bizi besleyen bu çeşmede “teknolojinin” müdahalesine rağmen ben yine de varım diyordu. Haklıydı, çünkü bizi ve bizi besleyen tüm unsurlara kaynaklık etmişti. Biraz da kahramanlık yaparak çeşmenin yukarısını tırmandım, çay topladım, kokusunu içime çektim, eve getirip alışkın olanlarla Çiyaye Spi’nin tadına vardım.
 Tepeye çıktım, zirveye gözümü diktim, sensin buranın kralı diye eski mekânlara dokundum. Oturdum yüzümü güneşe döndüm, rüzgârın okşamasıyla geçmişe daldım.
  Şivan sürüyü yamaçtan Kaniye Reşe sürdü, akkoyun kana kana suyunu içti, dinlenmek ve yükünü boşaltmak için yatağa çömeldi. Şivan gönül rahatlığıyla kıl çadıra yöneldi, değneğini girişteki direğe bıraktı. Değneği düşünce arkadaşı, gönüldeşi, rehberi ve asistanıydı. Otururken gözü hep onu takılırdı. Şivan görevini yapmış kahraman edasıyla önüne konulan yoğurdu afiyetle yedi. Dağ çayından hazırlanmış demliği de yanı başında. Çayın ortağı çoktur hasebiyle kalabalık toplandı. Sohbet muhabbete döndü, koyulaştıkça koyulaştı. Okul sıralarından geçmedikleri için standart kelimeler kurmadılar. Kolesterol, tansiyon, şeker gibi modern çağların ürettiği ve bolca tüketime sokulan hastalıkları sohbetlerinin konusunu hiç teşkil etmedi. Siyasetin dünden bugüne, bugünden yarına değişen ivmesi onlara ters olduğundan hiç konuşmadılar. Düşünce, emek ve beden sömürüsüne dayalı boyalı hayatların yer aldığı çakma sihirli kutudan haberleri zaten olmazdı. Onların doğasına aykırıydı. Onlar, suyu, toprağı, havayı ve emeği konuştular. Konuşmaların dozajı yüksek te olsa anlayış, hoşgörü ve esprinin volümü tavanlardaydı. Şivanın dinlenme vakti gelmişti artık. Bekçi görünümündeki ve ahalinin sırlarına vakıf kayanın gölgelik kısmına geçti, enerji depolamak için rahatına baktı. Gün geceye kavuştuğunda o yine sürüleri ile ekmek peşindeyken ahaliden herkes kendi dünyasına çekildi, korkulu rüyalardan uzak yeni güne yeni doğmuş olarak yeniden Çiyaye Spi’ye merhaba dediler.


 İki yetimin anası, anamın yarısı, gül fidan teyzem, buğulu gözlerin müsebbibi Besa Xace bizi terk edişi buradadır. O anamın dal parçası, nenemin her daim ağıtı, benim de merakım oldu. Mezar taşın belli olmasa da Çiya Spi senindir. Anamın yarısından sonra tamamını da yitirdim. Çeyrek asra dayandı yetimliğim. Anlatamadım yarımı hele de tamı hiçbir zaman.  Hep gözlerim yaşardı, boğazım düğümlendi, dilim titredi. Uzakta da olsan yüzümü sana çevirdim kederimi sana anlattım Çiyaye Spi. Nedenini tam bilmiyorum hep seni anamla bir tuttum. İlk hayatı algılayıp gördüğümde sen ve o vardın diye mi, ikiniz de beni beslediniz diye mi yoksa ikiniz de beni erkenden terk ettiniz diye mi, bilemiyorum. Sitemim de var her ikinize bilesiniz. Hep anlatıyorum anaçlığınızı, doğallığınızı, saflığınızı, merhametinizi, yalnız ve yek oluşunuzu hele de kırılganlığınızı. Ha ben, ha Gule Xace ha Çiyaye Spi.
  Çocukluğumda ilk tanıştığım ekonomik faaliyet olan babamın Seydi abi ile olan ortaklığı gözümde canlandı. Mertlik, anlayış, birliktelik ve de hayata ortaklık hiçbir yazılı kurala bağlı olmadan herkesin adına, hayatına sinmişti. Kavga adam gibiydi, haksızlık doğaya aykırıydı, namus herkesin adıydı.
   Geçmişi düşünürken sinek yüzüme kondu, dokunmadım. Buranın asıl sahibi onlar dedim, kekik kokuyordu, gülümsedi bana. Veda zamanı gelmişti, istemeyerek te olsa. Hep gidişler uzun, gelişler kısadır. Bu kez tersi oldu.  
  Yaşadıklarımı Ahmet’in lojistik desteği ve Hacının hafızasındaki kodlar ile aktardım sizlere. Üçümüz de Çiyaye Spi’ye söz verdik, gelecek sene sendeyiz diye, beklerim dedi.

Yorumlar

  1. Duygusu yoğun bir o kadar da etkileyici.

    YanıtlaSil
  2. Nerde o günler.Eskiler bize anlattı.Biz de daha yenilere .Bundan kırk yıl önceleri (ölmüştür.belki daha çok) ağustos ayında yerli doomatesin öldüğü mevsimde dedemin dükkanına eli bastonlu bir ihtiyar geldi.Şükrü şimdiki domatesler de hiç güzel değil tadı yok dedi.ACABA ŞİMDİ YAŞASAYDI NE DERDİ MERAK EDİYORUM

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olmuştur ve olduğu diye düzeltilse iyi olur

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...