Ana içeriğe atla

MİLLİ EĞİTİM BAKANI’NA MEKTUP


Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un öğretmenlere hitaben yazmış olduğu mektubu okuyunca ben de yıllarca öğretmenler odasını bilen ve şimdi de bir akademisyen olarak Sayın Bakan’a mektup yazma hakkını gördüm kendimde. Öncelikle yeni görevinizde başarılar temenni ederken eğitim camiasının ve genel olarak kamuoyunun bir eğitimcinin eğitimin birinci derecede sorumlusu haline getirilmesini büyük bir memnuniyetle karşıladığını belirtmek isterim. Kanaat odur ki en büyük değişimi eğitimci bakanlar yapmışlardır. O açıdan sizden beklenti büyük, sorumluluğunuzun da yüksek olduğunu hatırlatmak gerek.
  Öğretmenler odasını bilmeniz eğitim ve öğretmenler için büyük bir avantaj. Ancak rekabete dayalı eğitim anlayışının gün geçtikçe kök salması ile mesleki paylaşım ve dayanışma ruhlu öğretmenler odası çok test çözdürüp hızlı şekilde soruyu cevaplamanın, sınavlarda fazla puan aldırmanın konuşulduğu öğretmenler odası şekline büründü. Öğretmenler odasının havasına özel okulların ve dershaneciliğin karışmasıyla bu ortamın kollektif havası bireyciliğe indirgendi. Dedem rahmetli “herkes taydaşı ile oynar ve öğrenir” derdi. Öğretmenlerle aynı havayı teneffüs etmek, onları dinlemek, öğretmenler odasını ziyaret etmek, onların iyi örneklerini paylaşmak gerek.
   En büyük reform öğretmene güvendir. Güven başarıyı getirir, cümlesine kuvvetlice inanmak gerekir. Ülke eğitimi yıllardır donanım ile ilgili değişikliklerin yapılmasını reform olarak belirtti. Ancak ülke ve yurt dışı deneyimleri göstermektedir ki eğitimi reforme etmenin yolu öğretmenden geçer. Öğretmenlerin “kendi kemaletini tamamlama” durumu öğretmene bırakılarak piyasa mantığı içinde sınav kazandıran olarak ele alındı. Kemaleti tamamlama sizin de takdir edeceğiniz üzere hizmet öncesi ve hizmet içi olmak üzere iki aşamalıdır. Benim de içinde yer aldığım birinci aşama olan öğretmen yetiştiren programlar tamamen teorik ve başka ülkelerle uyumlu, memleket gerçeklerinden uzak bir yapıda. Bana sorarsanız işe buradan başlamak kurulacak yapıda önemli destek olacaktır. Çünkü öğrencinin eksiğini kapatmanın yolu öğretmenin eğitimindeki açığı kapatmaktan geçer. İkinci aşamaya gelirsek öğretmenin hizmette iken yetiştirilme işi tamamen teorinin öğretmene aktarılması anlayışının istenileni vermediği de araştırmalarla sabittir. Tekrar da fayda var, deneyim paylaşımının yapılması öğretmene güven getireceği gibi kaliteyi de getirecektir.
  Sizin de belirttiğiniz gibi derslik, laboratuvar, kitaplar her ne kadar çocuğun hukuku için elzemse de ülke eğitiminde bunlar değişim, reform, gelişim, ivme olarak belirtildi. Eğitimde kalitenin bina ve materyal ile elde edileceği düşünülse de asıl unsur öğretmendir. Öğretmenlik alanına hakim olma ve bildiklerinde etkili olma becerisidir.
  İnsana duyulan saygı aslında çalıştıkları kuruma verilen saygı ile doğru orantılıdır, mealindeki sözünüzün haklılık payı yüksek. Ancak eğitimin kurum ve kuramlarla ön plana çıkarıldığı, kişilerin ve uygulamaların arka plana itildiği bir çağdayız. Kurumsal hedefler ne kadar makul ve iyi niyetli olursa olsun, kurum yöneticileri ne kadar liyakat sahibi olursa olsunlar kurumlarda her şey hesap verme ve standartlaştırmayı getirir. Çalışanlar ise bu standartların hizmetinde olan hizmetkârlar olarak görülür. Bu durum inisiyatifi öldürür, kişisel gelişimi engeller. Toplam kalite kuramı için ne kadar hizmet içi eğitim faaliyetinin düzenlendiği, kaç saat yüksek lisans ve doktora dersi açıldığı, nice tezin yazıldığı, MEB’ de ne kadar yazışma yapıldığı hepimizin malumu. Kurum olarak MEB’in hep ön planda tutulduğu siyasi ve bürokratik söylemlerin içerik analizinden rahatlıkla ortaya çıkar. Lafı uzatmadan öğretmene ve uygulamaya bakma zamanı çoktan geçti. İhtiyacımız olan yeni bir eğitim programı, yeni bir kuram, yeni bir müdür, yeni bir bilgisayar programı veya yapısal değişiklik değil öğretmenin öğretim becerilerini geliştirerek eğitimi sınav odaklı yapıdan kurtararak program esnekliği sağlamaktır.
 Ülke eğitimi hiçbir zaman tüm çocukları kuşatmadı. Daha düne kadar kız çocuklarının aleyhine okullaşma oranları vardı. Ancak köylü kentli, doğu batı, zengin fakir, çalışkan tembel, çok test çözen az test çözen anlayışı okullarda hâkim durumda. Bu toplumsal ve bireysel yönü ağır basan bir durum iken MEB in okullar arasında “nitelikli, niteliksiz”, “başarılı başarısız” ayırımı yapıyor olması kabul edilebilir değil. Bu kucaklama değil, kelimenin tam anlamıyla ötekileştirmedir.
  Söylenenlere ek olarak eğitimde bir şeyler yapılmak isteniyor ise öncelikler şöyle sıralanabilir;
  --- Sınavla liselere yerleştirme sistemi kaldırılarak genel ve mesleki lise şeklinde bir yapı oluşturulmalı, bazı meslek liselerini ön plana çıkarma kaygısı ile eğitimde toplumsal istek dengesi bozulmamalıdır.
--- Çocuğun sosyalleşmesinde en iyi okul eve yakın okuldur, anlayışı yerleştirilmelidir.
---Öğretmen sayısal verilerle değil ortaya koydukları ürüne göre değerlendirilmelidir.
   -- Dünyada ve Türkiye’de “bilimsel okul” anlayışı özellikle akademik çevrelerce hızla yayılmakta, bunun sonucu olarak eğitimin daha çok merkezileşmesi, ulusal standartların pekişmesi ve PİSA, TIMMS gibi eğitimin sermayeye havale edilmesine, davranışın ekonomik değerine göre değerlendirilmesine neden olmaktadır. En iyi veri öğretmenin öğrenci davranışını çok yönlü olarak değerlendirmesidir.  
--Yöneticilik makamı bir atama yeri olarak değil, kariyer basamağı olarak yapılandırılmalıdır.
-- Ezberci eğitime neden olan merkezi sınavlar kaldırılmalıdır.
-- Öğretmenin “bunu benim Bakanlık yaptı” denmesi isteniyor ise eğitim siyaset bağı  
    zayıflatılmalıdır.
-- Okul, yapı olarak bilgi aktaran değil çocuğun her alanda sosyalleşmesini sağlayan bir kuruma kavuşturulmalıdır.
-  Başka ülke uygulamaları değil, bu ülkenin bir milyona yakın öğretmenin deneyimi baz alınmalıdır.
   Başta söylemiştim, beklenti yüksek. Başarılı olmanız hepimizin ortak arzusu.

Prof. Dr. Sadık Kartal
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Sadikkartal02@mynet.com



Yorumlar

  1. Size katılmakla birlikte şu hususları da belirtmek isterim sayın hocam. "Eğitimin başına eğitimci biri geldi diye sevinmek sanırım durum analizi açısından önemli , ancak sayın bakanın üstünde yer aldığı yönetim şemasından belli olan politika kurulu ile ne ölçüde uyumlu çalışacağı merak konusu oldu bende, kaldı ki öğretmenler odasından gelen bir bakan da olsa elinde sihirli bir değnek yok, umarım yanılırım" T.Bayar

    YanıtlaSil
  2. Emeğinize, yüreğinize ve dilinize sağlık hocam. N.B.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...