Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat
insanı iyileştirmenin eğitim ve deneyimle gerçekleşeceğini binlerce yıl önce ifade
etmiş. Hipokrat’ın tıp eğitimi ile ilgili söylediklerinin manidarlığı günümüze ışık
tutuyor. Tıp hakkında konuşmak haddimize değil ama insan yetiştirme ve okul eğitimi
ile uğraşan biri olarak bu konularda laf söylemek herhalde yanlış olmaz diye
not düşelim. Ancak sözümüz özellikle deneyim hakkında olacaktır. Eğitim ve
deneyim hakkında düşünürken 62. Hükümet programı açıklandı. Programdaki ilkeler
tekrar/ezber sözlere dayalı ama neticede yazıya deneyim-program birlikte ifadesini
buldu. Hükümet programı deneyimi eğitimin ekseni yapmanın ötesinde tamamen
test/okullaşma/ bilgi yükleme noktasında şekilleniyor. Hâlbuki bu anlayışın
eğitimi getirdiği nokta ortada.
Türkiye çapında yapılan merkezi sınavlar ile bir ekonomik örgüt olan
OECD’nin yaptığı PISA sınavı, deneyimden ziyade belirlenen standartlar ve bilgi
yüklü testlerle öğrenci sınanmakta ve yönlendirilmektedir. Yetenek ve beceriyi bir tarafa koyan bu sınavlar öğrencilere akademik
başarılarına göre sıra numarası veriyor.
İlginçtir
ki PISA pek çok eğitimcinin sorgulamadan doğruluğunu
ve geçerliliğini kabul ettiği bir kaynak haline geldi. OECD, PISA’yı uygulamakla her türlü yoksunluktan kazanç sağlamaya çalışıyor
ve çok-uluslu kar amacı güden şirketlerle ittifaklar oluşturuyor. Eğitimin
ciddi anlamda ticarileşmesine katkıda bulunan 62. Hükümet programında da “….eğitim
alanındaki özel sektör payını arttırmak ….” ifadesi OECD’ye benzer
şekilde eğitimin piyansallaşmasına destek veriyor. Eğitimdeki
çıktının davranış özelliklerini şimdiye kadar hep psikologlar ve
istatistikçiler belirledi. Şimdi de ekonomistler belirlemeye başladı.
PISA ve merkezi sınavlar ölçüme dayalı
standartları getiriyor. Türkiye’de akademisyenler bu sonuçları eğitimi
yorumlamada, MEB politika belirlemede, iller/okullar öğrenciyi değerlendirmede
bir ölçüt olarak kullanmaya başladılar. Yakında PISA’ya hazırlık kursları
açılırsa hiç şaşırmamak gerekir. Ancak unutmamalı ki bu sınavların öğrencinin öğrenim
gördüğü tüm alanlarda düzey tespiti yapmadığı için geçerliliği ve güvenirliliği
düşüktür. Eğer denilirse ki kâğıt üzerinde (yıllarca akademik çalışmalarda yapıldığı
gibi) geçerliliği ve güvenirliliği formülize ettik sonuç yüksek çıktı o zaman söylenecek
hiç bir şey yok. Bu tür sınavlar eğitim temelli insan
davranışlarını ölçülebilir hale getirerek eğitimi darlaştırıyor.
Merkezi sınavlar ve PISA sınavı esnekliğe yer vermeksizin öğrencide
var olan stres seviyesini arttırıyor. Eğitimde rekabeti körüklüyor. Rekabete dayalı
olan eğitim sistemlerinde toplumsal etkileşim zayıflıyor ve bireysellik ön
plana çıkıyor. 62. Hükümet programında belirtildiği gibi “….,dünyadaki çağdaşları ile rekabet
edebilecek bir donanıma erişmiş nesiller yetiştirmek….” ifadesi aynen bu
anlayışa hizmet ediyor. Merkezi
sınavlar ilgi ve yeteneği değil ansiklopedik bilgide rekabeti getiriyor.
Edinilen bilgi bir süre sonra unutuluyor. Standartlaştırılmış sınavlarla örgenciyi
eğitmek okulu istenmeyen bir yere dönüştürüyor.
İnsan yaşamının/kişiliğinin biçimlendirilmesinde belirlenen bilgi
eksenli standart testlerle öğretim yapılıyor, buna göre kişi yönlendiriliyor,
hatta meslek sahibi yapılıyor. Deneyimden uzak tamamen dört duvar arasında
teorik bilgilerin öğrenciye aktarılması(teorik bilgiler yüzyıl öncesine ait ve
ithal) eğitim olarak algılanıyor. Hal
bu iken tüm meslek sahiplerinin ( örneğin berberlik, terzilik, kuyumculuk vs.)
yapay ve teorik bir ortam olan okulda yetiştirilmesine/yapılmasına özellikle
okuldaki çıktının/ürünün davranış kalıplarının mesleğe uygunluğu ile ilgili
uçurum var iken bunun savunulması düşündürücüdür. Hâlbuki yolu okuldan geçen her
meslek erbabının “kitaptaki bilgi gerçeğe uymuyor” cümlesi sıkça duyduğumuz bir
ifadedir. Eğitim şart diyerek okulu bir getirim ve biçimlendirme yeri olarak
gösterenlere özellikle duyurulur.
Bir de bizim cenahın yani eğitimde politika/yol gösterenlerin yaptıklarına
bir göz atalım. Bilim yapmak ile bilimi ithal etmek arasındaki farkı bir yana bırakırsak
çeviriler sonucu oluşan cümleler yığını var ortada. Bunlar da daha çok nicel
veriler şeklinde aktarılıyor. Bu veriler akıl ve mantığa dayanan pozitivizm ile
birleşince ortaya konan bir insan kalıbı ve “Allahın farklı kullarının” tek bir
prototipe yerleştirilmesi gibi bir uygulama var. Nitekim sayfalarca kitap yazıp
“öğrencilerimiz işte şöyle olmalıdır…” diye başlayıp süren satırlar yazılıyor. Aynı
şekilde insan tutum ve davranışlarını sayıya dökerek bunları yüzde, frekans,
aritmetik ortalama, t-testi, anova vb. gibi tartışmalı ölçme ve de önemlisi değerlendirme
teknikleri ile fikir beyan ediliyor. Oluşturulan nicel kavramlarla insan kişiliği
üzerinde konuşmak veya kişinin buna göre kendini değerlendirmesi sanırım
yalnızca psikoloji/psikiyatriyi meslek edinenlere yönelimi sağladı. Ancak psikologların/
psikiyatrların yalancısıyım ki insan davranışları farklı etkenlere göre değişebiliyor.
Amacım bunları düşünmek hele yazmak hiç değildi.
Halikarnas Balıkçısı’nın diyarında yanıma peynir, ekmek ve tütün alıp mavi yolcukla
Hipokrat’ın memleketine(Kos/ Istanköy) gidip keyiflenmekti. Yani düşündüklerimden
uzak kalmaktı. Hipokrat’ın öğrencilerine ders verdiği ağacın altında eğitim ve
deneyim yazısını görünce tekrar düşüncelere daldım, deneyim ağır bastı.
Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat
insanı iyileştirmenin eğitim ve deneyimle gerçekleşeceğini binlerce yıl önce ifade
etmiş. Hipokrat’ın tıp eğitimi ile ilgili söylediklerinin manidarlığı günümüze ışık
tutuyor. Tıp hakkında konuşmak haddimize değil ama insan yetiştirme ve okul eğitimi
ile uğraşan biri olarak bu konularda laf söylemek herhalde yanlış olmaz diye
not düşelim. Ancak sözümüz özellikle deneyim hakkında olacaktır. Eğitim ve
deneyim hakkında düşünürken 62. Hükümet programı açıklandı. Programdaki ilkeler
tekrar/ezber sözlere dayalı ama neticede yazıya deneyim-program birlikte ifadesini
buldu. Hükümet programı deneyimi eğitimin ekseni yapmanın ötesinde tamamen
test/okullaşma/ bilgi yükleme noktasında şekilleniyor. Hâlbuki bu anlayışın
eğitimi getirdiği nokta ortada.
Türkiye çapında yapılan merkezi sınavlar ile bir ekonomik örgüt olan
OECD’nin yaptığı PISA sınavı, deneyimden ziyade belirlenen standartlar ve bilgi
yüklü testlerle öğrenci sınanmakta ve yönlendirilmektedir. Yetenek ve beceriyi bir tarafa koyan bu sınavlar öğrencilere akademik
başarılarına göre sıra numarası veriyor.
İlginçtir
ki PISA pek çok eğitimcinin sorgulamadan doğruluğunu
ve geçerliliğini kabul ettiği bir kaynak haline geldi. OECD, PISA’yı uygulamakla her türlü yoksunluktan kazanç sağlamaya çalışıyor
ve çok-uluslu kar amacı güden şirketlerle ittifaklar oluşturuyor. Eğitimin
ciddi anlamda ticarileşmesine katkıda bulunan 62. Hükümet programında da “….eğitim
alanındaki özel sektör payını arttırmak ….” ifadesi OECD’ye benzer
şekilde eğitimin piyansallaşmasına destek veriyor. Eğitimdeki
çıktının davranış özelliklerini şimdiye kadar hep psikologlar ve
istatistikçiler belirledi. Şimdi de ekonomistler belirlemeye başladı.
PISA ve merkezi sınavlar ölçüme dayalı
standartları getiriyor. Türkiye’de akademisyenler bu sonuçları eğitimi
yorumlamada, MEB politika belirlemede, iller/okullar öğrenciyi değerlendirmede
bir ölçüt olarak kullanmaya başladılar. Yakında PISA’ya hazırlık kursları
açılırsa hiç şaşırmamak gerekir. Ancak unutmamalı ki bu sınavların öğrencinin öğrenim
gördüğü tüm alanlarda düzey tespiti yapmadığı için geçerliliği ve güvenirliliği
düşüktür. Eğer denilirse ki kâğıt üzerinde (yıllarca akademik çalışmalarda yapıldığı
gibi) geçerliliği ve güvenirliliği formülize ettik sonuç yüksek çıktı o zaman söylenecek
hiç bir şey yok. Bu tür sınavlar eğitim temelli insan
davranışlarını ölçülebilir hale getirerek eğitimi darlaştırıyor.
Merkezi sınavlar ve PISA sınavı esnekliğe yer vermeksizin öğrencide
var olan stres seviyesini arttırıyor. Eğitimde rekabeti körüklüyor. Rekabete dayalı
olan eğitim sistemlerinde toplumsal etkileşim zayıflıyor ve bireysellik ön
plana çıkıyor. 62. Hükümet programında belirtildiği gibi “….,dünyadaki çağdaşları ile rekabet
edebilecek bir donanıma erişmiş nesiller yetiştirmek….” ifadesi aynen bu
anlayışa hizmet ediyor. Merkezi
sınavlar ilgi ve yeteneği değil ansiklopedik bilgide rekabeti getiriyor.
Edinilen bilgi bir süre sonra unutuluyor. Standartlaştırılmış sınavlarla örgenciyi
eğitmek okulu istenmeyen bir yere dönüştürüyor.
İnsan yaşamının/kişiliğinin biçimlendirilmesinde belirlenen bilgi
eksenli standart testlerle öğretim yapılıyor, buna göre kişi yönlendiriliyor,
hatta meslek sahibi yapılıyor. Deneyimden uzak tamamen dört duvar arasında
teorik bilgilerin öğrenciye aktarılması(teorik bilgiler yüzyıl öncesine ait ve
ithal) eğitim olarak algılanıyor. Hal
bu iken tüm meslek sahiplerinin ( örneğin berberlik, terzilik, kuyumculuk vs.)
yapay ve teorik bir ortam olan okulda yetiştirilmesine/yapılmasına özellikle
okuldaki çıktının/ürünün davranış kalıplarının mesleğe uygunluğu ile ilgili
uçurum var iken bunun savunulması düşündürücüdür. Hâlbuki yolu okuldan geçen her
meslek erbabının “kitaptaki bilgi gerçeğe uymuyor” cümlesi sıkça duyduğumuz bir
ifadedir. Eğitim şart diyerek okulu bir getirim ve biçimlendirme yeri olarak
gösterenlere özellikle duyurulur.
Bir de bizim cenahın yani eğitimde politika/yol gösterenlerin yaptıklarına
bir göz atalım. Bilim yapmak ile bilimi ithal etmek arasındaki farkı bir yana bırakırsak
çeviriler sonucu oluşan cümleler yığını var ortada. Bunlar da daha çok nicel
veriler şeklinde aktarılıyor. Bu veriler akıl ve mantığa dayanan pozitivizm ile
birleşince ortaya konan bir insan kalıbı ve “Allahın farklı kullarının” tek bir
prototipe yerleştirilmesi gibi bir uygulama var. Nitekim sayfalarca kitap yazıp
“öğrencilerimiz işte şöyle olmalıdır…” diye başlayıp süren satırlar yazılıyor. Aynı
şekilde insan tutum ve davranışlarını sayıya dökerek bunları yüzde, frekans,
aritmetik ortalama, t-testi, anova vb. gibi tartışmalı ölçme ve de önemlisi değerlendirme
teknikleri ile fikir beyan ediliyor. Oluşturulan nicel kavramlarla insan kişiliği
üzerinde konuşmak veya kişinin buna göre kendini değerlendirmesi sanırım
yalnızca psikoloji/psikiyatriyi meslek edinenlere yönelimi sağladı. Ancak psikologların/
psikiyatrların yalancısıyım ki insan davranışları farklı etkenlere göre değişebiliyor.
Amacım bunları düşünmek hele yazmak hiç değildi.
Halikarnas Balıkçısı’nın diyarında yanıma peynir, ekmek ve tütün alıp mavi yolcukla
Hipokrat’ın memleketine(Kos/ Istanköy) gidip keyiflenmekti. Yani düşündüklerimden
uzak kalmaktı. Hipokrat’ın öğrencilerine ders verdiği ağacın altında eğitim ve
deneyim yazısını görünce tekrar düşüncelere daldım, deneyim ağır bastı.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder