Ana içeriğe atla

GÖZÜMDEKİ PRAG

  Ortaçağ Avrupa’sının mistik yapısı, Arnavut kaldırımlı taş sokakları, her daim caddeleri yerli olmayan meraklılarla dolu olan, dolaşırken her karesine hayran kaldığınız bir şehir. Bu güzellikler bir de sonbaharın sarımsı rengi ile birleştiğinde daha da güzelleşen bir kent. Güzelliğin adı Kafka’nın memleketi Prag. Kafka’nın Şato romanının yıllar evvel okuduğumda soğuk ve itici bir görünüm hafızamda yer edinse de sıcak ve dostça duygularla ayrıldım Vltavya Nehri, Kafka ve Vaclav Havel ile bütünleşmiş olan bu şehirden. Hani derler ya güzel görülmez anlatılır diye. Ben de güzelliği çektiğim karelerle göstereyim dedim.
 Şehrin en önemli tarihi yapılarından biri astronomik saat kulesi. Gündüz ve akşamları sürekli turistle dolu olan bu saatin önünde fotoğraf çekmek bile zor. Saatin bir de hikâyesi var. Saat 12’yi gösterince kalabalık iyice artıyor ve saatin içinde değişik figürlerin gösterisi başlıyor. Gösteri saatin üzerindeki horoz figürünün hep bir uyaran olur misali ötüşü ile son buluyor. Saatin yanındaki geniş meydanda faytonların dizilişi, alanda gösteri yapan gencin sempatik hareketleri herhalde unutamayacağım kareler olacak. Bence sokak gösterileri bir şehri çekici kılan özelliklerdir. Bunu Prag’da sıkça görebiliyorsunuz.


 














Kentleri simgeleyen özelliklerden birisi şehirle bütünleşen kaleleri. Prag kalesi dünyanın en büyük tarihi kalesi olduğu okuduğum kaynaklarda yer alıyor. Genişçe bir mekânın içinde Kraliyet Sarayı, Katedral, Bazilika ve birçok yapı. Kraliyet Sarayı “bohem” kelimesinin anlamından dolayı hoşlandığım Bohemya Hükümdarlığına ev sahipliği yapmış. Kale içinde bir ara Franz Kafka da ikamet etmiş.



Sonbahar hazan mevsimi olarak tanımlansa da altın rengini Prag’da bir başka sergiliyordu. Sonbaharı, duyguların gelecek ilkbahara uyanmak üzere kenara çekildiği mevsim olarak düşündüm Çekya’da.



Prag’ın tam ortasından geçen Vltavya Nehri, şehre ayrı bir güzellik katsa da üzerindeki birçok köprü gerdanlık havası görünümünde. Ancak, Karl Köprüsü’nün havası bir bambaşka. Tarihi bir hayli eski ve araç trafiğine kapalı olan bu köprünün üzerinde sağlı sollu 30 civarında heykel( bir de Osmanlı figürü) var. Ayrıca köprünün her iki tarafında da şehri tepeden izleyebileceğiniz kuleler yer alıyor. Epeyce uzunluğa sahip köprüden yürümek bir hayli zor. Yani insan seli misali.




  Gittiğim yerlerde o yörenin tatlarını test etmek alışkanlık oldu. Her köşe başında satılan tatlılarını beğenmesem de Gulaş yemekleri güzeldi. Av hayvanı etleriyle meşhur olan Çekte ördek yemeği de damak zevkime hitap etti diyebilirim.







  Şair Nâzım Hikmet’in yolu sürgün yıllarında Prag’a da düştü. Hem de bir kaç kez. Prag’da iken Nehrin kenarındaki Kavarna Slavia Cafe’ ye uğrarmış. Sora sora ünlü şairin uğradığı bu mekânı buldum. Nazım’ın resmi geniş ve ferah olan bu Cafe’de duvarda yer alıyordu. Mekândaki piyano eşliğinde Nazımı düşlemek hoşça geçirilen bir zaman dilimi oldu benim için.1958’de Prag’da yazdığı “Slavya kahvesinde dostum Tavfer’le/ Viltava suyuna karşı oturup/ tatlı tatlı yarenliği severim”. diye başlayan ve  “Prag şehri yaldızlı bir dumandır/ Viltava suyunun köpüklerine/ Martı kuşlarıyla gelir İstanbul/ Lejyonerler köprüsüne gidelim Tavfer/ Martı kuşlarına ekmek verelim” diye biten şiirini okudukça şairin büyüklüğünü o mekanları düşündükçe daha iyi anlıyorum.



  Genelde bir kez gördüğüm yerlere “hele başka yerleri göreyim ondan sonra” desem de gözümde yer edinen Prag manzaralarına hayranlığımdan olsa gerek yeniden görmek istiyorum.









Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PROJECİLİK VE PROJE OKULLARI

  Birkaç yıl önce bir öğrencim beni ziyaretinde öğretmen olarak atandıktan sonra evlilik gibi bir projesinin olduğunu söylemişti. Gülümsemiştim ama projecilik öyle sıkça kullanılmaya başlanmıştı ki öğretmen adayının da diline pelesenk olmuştu.   1980’lı yıllardan başlayan ve 1990’lı yıllarda ivme kazanan liberal politikaların etkisi ile devletin okula yeterince kaynak ayırmaması nedeniyle okulların kendi yağlarında kavrulmaları yani kaynak arayışları için liberal kesimin ve yöneticilerin kaynak için adres gösterdikleri proje üretmek oldu. Gelinen noktada yönetici, yazar, çizer ve akademisyen takımının sürekli referansta bulundukları OECD 2024 verilerine göre tüm kademeler için öğrenci başına yapılan kamunun eğitim kurumları harcamasında Türkiye, Meksika’dan sonra en düşük harcama yapan OECD ülkesidir . Projeler, MEB dışında diğer bakanlıklar, firmalar, dış kaynaklar, gönüllü kuruluşlarla işbirliği ile yani onların verdikleri destek ile yürütülmekte. Projelerin içeriğine bakı...

ZORUNLU EĞİTİM ÜZERİNE

  Renk, hız, son dakika ve yapay gündemlerle bizi zihnen ve sosyal olarak kadrajın önüne hapseden televizyonda bir alt yazı. Yükseköğretimde 4 yıllık programlar 3 yıl oluyor, öğretim süresi kısalıyor. Birkaç gün sonra benzer bir haber daha. 12 yıllık zorunlu eğitim kısalacak diye. Sevindirici haberler. Ulusal eğitimin tavan yaptığı 20. Yüzyılda devletin iyi vatandaşlıktan kopmaları engelleme çabası ve sermayenin okulu  kār alanı / sektör olarak görmesinden bu yana okulda kalma süresi git gide uzatıldı. Bu süreçte eğitimin yaygınlaştırılması, ders yüklerinin arttırılması ve bu yükün Amerika menşeli testlerle doldurulması, merkezi sınavlara hazırlık için zamansızlık ikliminde oyundan/sosyal alandan uzak, testle tost arasında sıkışmış ancak okumayan, düşünmeyen yalnızca söyleneni tekrar eden Paulo Freire ’in tabiriyle bankacılık yapan nesiller yetişti/yetişiyor.   Bu açıdan öğretim süresinin kısaltılması hani reform demesek te yeniden yapılandırma için güzel bir adım old...

OKULLARDA FORMA ZORUNLULUĞU BİR DİSİPLİN ARACIDIR

    Bizim zamanımızda okul heyecanı siyah önlük ve beyaz yaka ile başlardı. Sonraları siyah önlüklerin yerini mavi, ardından değişik renkte önlükler almaya başladı. Bizim siyah önlük beyaz yaka ise siyah beyaz fotoğraflarda tebessümle bakılan birer anı olarak kaldı. Okul kıyafetleri, eğitim sisteminin en eski geleneklerinden biri. Eğitimin devlet tarafından verildiği ve ulu­sallığın yeniden üretilmesinin amaç olduğu eğitim sistemlerinde okullarda belirli bir kıyafet var olmuştur. Türkiye’de siyah önlük ve beyaz yaka ilk defa 1981’de tam olarak tanımlandı ve zorunlu hâle getirildi. Ancak bu tarihin öncesinde ilkokul öğrencileri- daha esnek olmakla birlikte- önlük giyerek okula gittikleri bilinmektedir. Cumhuriyet okullarında zorunlu kılık kıyafetin aynen eğitim politikaları gibi dikiş tutmayan tarihi var. 1989 yılından itibaren deniz mavisi, lacivert, siyah ve gri renklerden birinin önlük rengi olarak seçilmesine karar verildi. 2008 yılında ilköğretim okullarında mavi önlük...